Toplumun bir kesiminin Doğu Akdeniz’in neresi olduğunu bile tam kestiremediği ya da bilmediği günlere şahit olmaktayız. Aslına bakarsanız, toplumlar gündeme gelmeyen şeyleri pek merak etmez, merak etmediği için araştırmaz ve araştırmadığı için de genelde bir malumat sahibi olamaz.
Doğu Akdeniz aslında uzun zamandır dünyanın gündeminde yoktu. Ne zaman ki Doğu Avrupa’da Rus ordusu saldırganlaştı ve Avrupa’nın Rus doğalgazına bağımlılığı tartışılıp yeni kaynaklar arayışına girildi, o zaman Doğu Akdeniz gündeme geldi. Zira Rusya dışında 741 milyonluk Avrupa nüfusuna ve onun dev sanayisine doğalgaz sağlayacak bilinen bir kaynak yok. Doğu Akdeniz enerjisi bu yüzden önemli. Gaz ve petrolü işleyip Avrupa’ya taşımak, bu sayede Rus doğalgazına bağımlılığı azaltmak.
Zenginlik bu kadar büyük olunca haliyle rekabet de şiddetli oluyor. Bölge ülkeleri mümkün olan en büyük payı kapmak ve diğerlerini saf dışı bırakmak için manevralar yapıp duruyorlar. Bazen bir araya geliyor, bazen birbirlerine karşı hareket ediyor, bazen birleşip tek ülkeye karşı pozisyon alıyorlar. Genelde kendisine karşı birleşilen ve dışlanan ülke Türkiye oluyor tabii. Enerji kaynaklarının miktarı ve yerleri netleştikçe ittifaklar da belirgin hale gelmeye başladı. Doğu Akdeniz’de küçük veya büyük bir tatbikatın olmadığı hafta neredeyse yok. İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan bölgede tatbikat üstüne tatbikat yapıyor, hava ve deniz kuvvetlerinin eş güdümünü arttırmak için harıl harıl çalışıyorlar. Tatbikatların ana konusu yüzen hedeflerin imhası, düşman hava savunmasının ve uçaklarının çalışamaz hale getirilmesi ve düşman donanmasının stratejik limanlarının imhası şeklinde.
Tatbikatlardan ayrı olarak bölge ülkeleri arasında silah alımları da ciddi şekilde artmış durumda. İsrail ordusu F-35 filosunu genişletiyor. Mısır ordusu Almanya’dan Meko sınıfı fırkateynler, Fransa’dan Mirage ve Rafale, Rusya’dan Su-35 uçakları, yine Rusya’dan Ka-52 ve ABD’den Apache helikopterleri aldı ya da almak için görüşmelere devam ediyor. Yunanistan ise ABD’den Kiowa helikopterleri, Predator insansız hava araçları ve F-35 jetleri almak için görüşmeler yapıyor. Ayrıca envanterdeki S-300’lerin modernize edilmesi için Rusya ile de temastalar.
Tabii Türkiye de boş durmuyor. Sık sık 3 denizde tatbikat düzenliyor ve birliklerinin savaşa hazırlık seviyesini arttırıyor. Son dönemde çeşitli insansız hava araçlarının üretimine hız verilmesi, Atak helikopterlerinin daha ağır bir modelinin geliştirilmesi, Hisar tipi hava savunma sistemlerinin test edilmesi ve yeni nesil Atmaca füzelerinin gemilere konuşlandırılmaya başlamasıyla Türkiye de ateş gücünü arttırdı. Bölgesel aktörlerin son dönemdeki silah alımları ve manevralarını inceledikten sonra artık tek tek ülkeleri ele almaya başlayabiliriz.
İsrail ve Doğu Akdeniz denklemi
Kabul edilmelidir ki teknolojik kıstaslara göre değerlendirme yapıldığında İsrail ordusu Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında en güçlüsü. Dezavantajları olsa da yüksek vuruş menzili ve nükleer silahlara da sahip olması nedeniyle ihtilafa taraf ülkelerin en güçlüsü.
Envanterinde bulunan Lora füzeleri gemilerden ateşlenme özelliği sayesinde Kıbrıs’taki Türk üslerini ve Akdeniz limanlarını kolaylıkla vurabilir. Türkiye’nin buraları savunacak bir hava savunma gücü de henüz yok. 6.500 kilometreye atış yapabilen Jerico füzeleri ise Türkiye’nin bütün stratejik tesislerini ve ülkenin atar damarlarını haritadan silebilecek güçte. Türkiye’nin uzun menzilli hava savunma sistemine sahip olmayışı, topraklarını İsrail füzelerinin saldırısına açık hale getiriyor.
Nicelik olarak İsrail deniz kuvvetleri pek güçlü olmasa da nitelik olarak iyi durumdalar. Özellikle gemilerden ateşlenebilen Barak-8 hava savunma füzeleri ile İsrail donanması anakaradan uzakta olsa bile seyyar bir hava savunma ağına sahip. Bu sayede Doğu Akdeniz’de düşman uçaklarının uçuşunu büyük oranda engelleyecek kabiliyete sahipler ki Türkiye maalesef bundan yoksun.
Türkiye eğer Doğu Akdeniz jeopolitiğinde elini güçlendirmek istiyorsa Filistin’e fiili olarak yardım etmeli ve İsrail’in başındaki belayı büyütmelidir. Sanılanın aksine Türkiye’nin özellikle Akp iktidarının ilk döneminden bugüne kadar Filistin’e somut bir hayrı dokunmamıştır. Türkiye Filistin-İsrail ihtilâfını daha çok seçim edebiyatı için malzeme yapmıştır.
İsrail’in bir diğer baş belası da Hizbullah’tır. 2006 yılında İsrail ordusunu yenerek onun 58 yıllık yenilmezlik algısına son veren Hizbullah, aradan geçen 13 yılda ateş gücünü onlarca kat arttırdı. Suriye Savaşı’nda kayba uğrasa da gerek Rus ve İranlı subaylardan aldığı eğitim, gerek bol miktarda elde ettiği modern silahlar ve kazandığı büyük paralar, Hizbullah’ı İsrail için çok daha tehlikeli ve güçlü kıldı. Filistin’den farklı olarak Hizbullah’ın elinde gemisavar füzeler de mevcut ki 2006’daki savaşta batırılan bir İsrail gemisi de vardı.
Mısır ve Doğu Akdeniz denklemi
97.55 milyonluk nüfusu ve yaşadığı korkunç ekonomik problemlerle Mısır, neredeyse açlığın pençesine düşecek kadar büyük bir darboğazın içinde. Darbe ile iktidara gelen Mareşal Sisi halk tarafından sevilmiyor. Sisi’ye diktatörlük yetkileri veren yasalar birer birer parlamentodan geçerken, büyük silah alımları ülke ekonomisi üzerindeki baskıyı gittikçe büyütüyor.
Mısır donanması da yeni yeni gelişiyor. Daha önce kendini ispatlamış bir donanma olmadığı ve henüz genişleme aşamasında olduğu için Türkiye’ye doğrudan bir tehdit oluşturduğunu sanmıyorum. Mısır ordusunun da ana vurucu gücünü kara kuvvetleri oluşturuyor ve Doğu Akdeniz kara kuvvetlerinin kullanılabileceği bir yer değil. O yüzden Türkiye için doğrudan bir askerî tehdit değiller. Fakat Türkiye karşıtı ittifaka yaptıkları katkılar neticesinde Ankara’nın atacağı adımları zorlaştırma şansları var.
Sina Yarımadası’nda faaliyet gösteren IŞİD militanlarının Mısır ordusunu hedef almadığı gün hemen hemen yok. Bu haliyle Sina Yarımadası, 90’lı yılların Doğu ve Güneydoğu Anadolusu’na benziyor. Mısır ordusunun özellikle zırhlı gücü IŞİD karşısında sürekli eriyor. IŞİD’in tasması ise İngilizler’in elinde.
IŞİD militanları çöllerin içinde kontrol alanları elde etmeye ve yolları kesmeye de başladı. IŞİD tehlikesi giderek büyür ve ülkenin başka yerlerine de sirayet ederse Mısır’ın içine düşeceği kaos, Kahire yönetiminin Doğu Akdeniz stratejisine ciddi darbe vuracaktır. Gelelim Türkiye karşıtı 3’lü ittifakın hem en zayıf, hem de stratejik konumu en önemli ülkesine, Yunanistan’a…
Yunanistan ve Doğu Akdeniz denklemi
Yunan Deniz Kuvvetleri kendi çapında güçlü olsa bile Türk donanmasından bir gömlek küçük. Fakat bu açıklarını muazzam stratejik imkanları sayesinde kapatabiliyorlar. Ege’nin tamamına yakını Yunan donanması tarafından kontrol edildiği ve Yunan adaları düşman gemilerinin geçişini engelleyecek her türlü top ve gemisavar füzeyle dolu olduğu için, Yunan donanmasının nicelik ve nitelik olarak Türk donanmasından zayıf oluşu ciddi bir sorun haline gelmiyor Atina için.
Türkiye ve Doğu Akdeniz denklemi
Türk Kara Kuvvetleri, 3’lü ittifakın toplamından bile daha güçlü olması hasebiyle, TSK’nın vurucu gücüdür. Gerek kalabalık zırhlı envanteri, gerek son dönemde üretilen yerli araçlar ve gerekse personelin eğitim durumu İsrail’den de, Yunanistan’dan da Mısır’dan da üstündür. Hatta bunların toplamından da üstündür.
Türkiye’nin asıl problemi sürekli saldırılarla kara kuvvetlerini yıpratan PKK’dır. Türk ordusu PKK ile devam eden savaş nedeniyle, gücünün büyük bir kısmını Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Kuzeybatı Suriye’de tutuyor. Bundan dolayı ülkenin batısı ve Trakya’ya yeterince kuvvet bir türlü aktarılamıyor.
Bu kuvvet aktarımı yapılır ve olası bir savaş durumunda Türk ordusu Ege ve Trakya’ya yığılırsa, PKK’nın 110.000’i aşan militan gücüyle ülkenin doğusunda alan hakimiyeti için saldırılara girişebilir. Türk Genelkurmayı bunun bilincinde olduğu için kara kuvvetlerini ağırlıklı olarak ülkenin doğusunda tutuyor. 3’lü ittifak (Mısır-İsrail-Yunanistan) bunu bildiği için, Türk ordusunun olabildiğince yıpranması ve doğuda kalması amacıyla var güçleriyle PKK’yı destekliyorlar.
İsrail’in yolladığı Spike tanksavar füzeleri gibi etkili silahlar, ne yazık ki PKK’nın elinde. Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de PKK militanlarını eğiten birçok Yunan subayı var. Mısır da körfezdeki bazı Arap rejimleriyle birlikte Türkiye’nin PKK’yla mücadelesini baltalamak için elinden geleni yapıyor. Kuzey Suriye’de PKK’nın elde ettiği güvenli alanı Türk saldırısından korumak için gerekli bütün diplomatik manevraları -hem bölgesel hem küresel anlamda- yapıyor.
Türk Hava Kuvvetleri de kendini ispatlamış başarılı pilotları ve daha önce yaptığı başarılı harekatlarla rüştünü ispat etmiş bir kurum. Doğu Akdeniz’e her an müdahale edebilmek için Anadolu’da kullanabilecekleri birçok üs ve otoban var. Fakat 3’lü ittifakın hava gücü de azımsanmayacak kadar yüksek. Mısır ve Yunanistan Türkiye’ye denk, İsrail ise Türkiye’den üstün. 3’lü ittifakın dezavantajı şu ki Doğu Akdeniz’e yakın üsleri ya da uçak gemileri yok. Türk uçakları daha yakın üslerden ve ana karadan havalanma imkanına sahip.
Bir parantez de Türk Deniz Kuvvetleri’ne açmak gerekir. Son dönemdeki milli gemi projeleri ve yerli gemisavar füzeleri sayesinde Türk donanması gücüne güç katsa da, 2008-2013 arasındaki dönemde Gülen cemaatinin tecrübeli Türk amirallerini tasfiye etmesi nedeniyle çok zayıfladı.
Bu zayıflık ve kurmay subay eksikliği hala devam ediyor. 2030’a kadar bu eksikliğin giderilebileceği de meçhul. Türk donanmasının bir diğer dezavantajı da, ülkenin tek noktaya odaklanmayı imkansız hale getiren stratejik konumu. Türk donanması Karadeniz’den Akdeniz’e takviye göndermek istese, Ege Denizi dışında kullanabileceği hiçbir yer yok. Ege de bir Yunan denizi olduğu için Türk donanması Doğu Akdeniz’deki çatışmayı mevcudunun yarısı ile göğüslemek zorunda. Zira Yunan donanması ve adalardaki kara kuvvetleri, Ege Denizi’ni Türk gemilerine rahatlıkla kapatabilir. Türkiye’nin bunu aşmak için Ege Adaları ve Batı Trakya’ya karadan müdahale etmesi gerekiyor ki Yunan ordusu saf dışı bırakılsın ve Ege Türk gemilerinin geçişine açılsın.
Türkiye’nin alacağı S-400 hava savunma sistemlerine de burada ayrı bir parantez açmak lazım. 3’lü ittifakın hava savunma gücü Türkiye’den kat kat üstün. Kaldı ki Türk ordusunun Ege adaları ve Güney Kıbrıs dışında hava saldırısı ya da balistik füze atışı yapabileceği yerler yok.
Yunan ana karası, Mısır ve İsrail Türk Hava Kuvvetleri’nin vuruş menzilinin dışında kalıyor. Türkiye’nin en gelişmiş balistik füzesi olan Bora da 280 kilometrelik menziliyle düşman ana karasına ulaşamıyor. Hem Türkiye’nin düşman ana karasına havadan oluşturacağı tehdit çok küçük, hem de düşman hava savunması çok güçlü. İsrail’in elinde Patriot, Davud’un Sapanı, Barak-8 ve Demir Kubbe gibi sistemler var. Yunanistan ve Mısır’da da S-300’ler var. Türkiye’de ise uzun menzilli hava savunma sistemi yok.
S-400 alımıyla bu açık kapatılmaya çalışılacak. Fakat sanılanın aksine Türkiye’nin S-400’lerle Doğu Akdeniz hava sahasını uçuşa kapatma şansı bulunmuyor. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi İsrail’in elindeki F-35’leri S-400’lerin uzak mesafeden avlaması çok zor, ikincisi anakaraya konuşlandırılacak bir sistemin menzili Doğu Akdeniz’i kapsamıyor. S-400’lerin Kuzey Kıbrıs’a konuşlandırılma imkanı da bulunmuyor zira bu kez kolaylıkla vurulmalarının önü açılacaktır. Süper güçler de buna müsaade etmeyecektir.
Türkiye şayet S-400’ü alırsa, ancak Ege Denizi’nin bir kısımını Yunan Hava Kuvvetleri için tehlikeli bir yer hâline getirebilir. S-400’den daha fazlasını beklemek saçmalıktır.
Burada Türkiye’nin ekonomik durumuna da bir parantez açmak gerekir. Çünkü savaş en başta bir ekonomi işidir. Türk ekonomisi maalesef rant ve yağma ekonomisi olduğu, üretmekten ve marka yaratmaktan aciz olduğu için Doğu Akdeniz’de çıkacak bir savaşı göğüsleme şansı yok. 3’lü ittifakın bütün üyeleri süper güçlerden hamilik ya da destek alacak konumdayken, Türkiye’nin bu şansı bulunmuyor.
Türk ekonomisi, güçlü bir toplumsal barış ve refah yaratmak, güçlü bir sanayi oluşturmak ve etkili bir ordu kurup beslemekten ziyade ayrıcalıklı bir sınıfın kaymağı olmasıyla ünlüdür. Normal parametreler dikkate alındığında, ekonomik sıkıntılarla kıvranan Türk halkının, şu şartlarda silahlı kuvvetlerin yurt dışında girişeceği bir maceraya destek vermemesi beklenirdi. Fakat kimilerine göre milliyetçi saplantılar ve şoven hisler, kimilerine göre ise pastadaki payını kaptırmamak adına Türk halkının bu maceraya destek vereceği kuvvetle muhtemel. Zira kitlelerin bulunduğu yerde mantıktan önce duygusal hisler daha etkilidir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Doğu Akdeniz denklemi
Gerçekçi konuşmak gerekirse dünya denizlerinin patronu Amerika Birleşik Devletleri’dir. Dünya denizlerinin patronu olan ABD, aynı şekilde Doğu Akdeniz’in de patronudur ve enerji kaynaklarından payına düşeni alacaktır. Ek olarak Washington yönetiminin İsrail ve Yunanistan’la çok iyi ilişkileri bulunuyor.
Burda Washington’u endişelendiren asıl konu, iki NATO üyesi (Yunanistan ve Türkiye) arasında çıkacak muhtemel bir savaştır. Bunun, ittifakın temel prensiplerini dinamitlemesi ve derin bir çatlağa neden olması ABD’yi korkutuyor. Onun için ABD politikasını pastadan payını almak ve Yunanistan ile Türkiye arasında çatışma çıkmasını önlemek olarak tanımlayabiliriz. ABD sanıldığı gibi Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı desteklemiyor. İkisinin savaşmasını önlemeye çalışıyor.
Rusya ve Doğu Akdeniz denklemi
Önceki dönemde Rusya, ne pahasına olursa olsun Doğu Akdeniz doğal gazının çıkarılıp Avrupa’ya ulaştırılmasını engellemek istiyordu. Fakat bunun mümkün olmadığını anlayınca politika değiştirip pastadan pay kapmaya yöneldi. Putin biliyor ki kendisi istese de istemese de doğal gaz çıkarılacak ve Avrupa’ya satılacak.
Bu nedenle boş politikalar peşinde koşmak yerine Moskova yönetimi pastadan pay almak için diploması geliştirmeye başladı. Sergei Lavrov’un Nicosia’ya yaptığı son ziyaret de bunun göstergesi.
Ruslar ayrıca gerilimin taraflarına silah satıp para kazanma peşinde. Aynı anda hem Türkiye’ye S-400 satıp, hem de Yunan S-300’lerinin modernizasyonu için anlaşma yapmalarının sebebi de bu. Ek olarak Yunanistan ve Türkiye’nin savaşması, NATO’nun ortadan ikiye yarılması anlamına geldiği için Rus makamları bu senaryonun gerçekleşmesi adına da manevralar yapıyor ki konuyu dağıtmamak için onlara girmiyorum.
Toparlayacak olursak, Doğu Akdeniz’deki enerji sahaları ekonomik olarak hayati öneme sahiptir. Mevcut şartlar göz önüne alındığında, 3’lü ittifakın Türkiye’ye göre çok daha avantajlı olduğu, Türkiye’nin maalesef masanın ve sahanın dışında kalmak üzere olduğu bir gerçektir. [1]
Kaynak
1-) https://twitter.com/IskenderBuyuk93/status/1129019003270307840