Sadece Gerçek logo

Biyoterörizm ve biyolojik savaş

Biyoterörizm ve biyolojik savaş

1-) Biyolojik Silah Nedir?

Biyolojik silahlar, başkalarına zarar vermek amacıyla maksatlı olarak kullanılan bakteri veya virüs gibi hastalığa neden olan ajanlardır. Bu tanım sıklıkla biyolojik olarak oluşan toksin ve zehirleri de kapsar. Biyolojik savaş ajanları hem bakteriler, protozoalar, ricketsia, virüsler ve mantarlar gibi canlı mikroorganizmaları; hem de mikroorganizmalar, bitkiler veya hayvanlarca üretilen toksinleri içerir. Bu ajanların bazıları yüksek derecede öldürücüdür. Diğerleri de daha çok güçsüz bırakıcı rol oynar. Bazı yazarlar geleneksel tedavi yöntemlerini yanıltacak veya spesifik bir etnik grubu hedef alacak yeni, genetik mühendisliği ile elde edilmiş ajanların muhtemel kullanımından da söz ediyorlar.


2-) Ortaçağ Kuşatmaları

14. ve 15. yüzyıllarda mikropların hastalığa nasıl yol açtığı konusunda çok az şey biliniyordu. Ama orta çağ tıp biliminde çürüyen cesetlerin kötü kokusunun hastalık yaydığı biliniyordu. Böylece, cesetlerin silah olarak kullanılması hiç kuşkusuz bunların biyolojik silah olarak kullanıldığı anlamına geliyordu. Orta çağda biyolojik silah kullanımına ilişkin üç farklı kayıt bulunmaktadır:

1340 yılında şimdi kuzey Fransa’da yer alan Hainault’taki Thun L’Eveque kalesine saldırganlar katapultla ölü atlar ve diğer hayvanlar fırlattılar. Kaledekilerin söylediğine göre kötü koku o 


kadar iğrençti ki daha fazla dayanamadılar ve bir ateşkes imzaladılar.

Ortaçağda şehir kuşatmaları sırasında hastalık taşıyan cesetler katapultlar yoluyla kuşatma altındaki şehre atılıyordu.


1346’da Tatarlar Karadeniz’de Kırım yarımadasında bir liman olan Caffa’yı kuşattıkları sırada, askerler arasında veba salgını başladı. Geri çekilmeden önce, hastalıktan ölenlerin cesetlerini şehrin duvarlarından içeri attılar. Şehirden kaçanlar hastalığı İtalya’ya taşıdılar ve bu Avrupa’daki ikinci büyük “Kara Ölüm” salgınına sebep oldu.

1422’de Bohemya’da Karlstein’a saldıranlar savaşta öldürülenlerin çürüyen cesetlerini kale duvarlarının üzerinden şehrin içerisine attılar. Hastalık yaymak umuduyla ayrıca hayvan gübresi de yığdılar. Ama güçlü savunma karşısında kuşatma beş ay sonra sona erdi.

3-)Amerikan Bağımsızlık Mücadelesi

Gerçek çiçek aşısı 1796 yılına kadar keşfedilmemiş de olsa hastalığa karşı bağışıklık kazanılması amacıyla hastalığın hafif bir biçimini bilerek insanlara bulaştırma uygulaması onyıllar öncesinden beri yapılıyordu. İngiliz ordusu çiçek hastalığının kıta ordusu askerleri arasında yayılması için muhtemelen hastalığı kasten bulaştırma yoluna gitti.

İngiliz ordusu rutin olarak kendi askerlerini aşıladı. Bunu hastalığın hafif atlatılacağı vakalar yaratmak üzere askerleri çiçek püstüllerine maruz bırakarak yapıyorlardı. Ve askerler iyileştiklerinde hastalığa karşı hayat boyu bağışıklık kazanıyorlardı.

Ama Boston’da ve belki de Quebec’te Britanya ordusu sivillere çiçek hastalığını yaymış olabilir. İngilizler, kuşatma altındaki şehirlerden kaçan bu sivillerin çiçek hastalığını isyancı birliklere taşıyacağını umuyorlardı.

Bu girişim görünüşe bakılırsa Boston’da başarısız oldu; hastalığın bulaştığı siviller karantina altına alındı ve böylece hastalığın Kıta askerlerine bulaşması önlendi. Ama Quebec’de çiçek hastalığı bütün Kıta Ordusu’na yayıldı ve ordusunun geri çekilmesine yardımcı oldu.


İngiliz Generali Jeffrey Amherst, 16 Temmuz 1763 tarihli bir mektubunda Delaware Kızılderililerine çiçek hastalığını yayma planını onayladı.


Çiçek hastalığını bir silah olarak kullanmak Britanya ordusu için yeni bir şey değildi. Aynı yüzyılın başlarında kızılderililer böylesi bir saldırının hedefi olmuşlardı. Belgelenmiş, çirkin bir vaka 1763’da Pennsylvania cephesinde yaşandı. İngiliz generali Jeffery Amherst çiçek hastalığına yakalanmış hastaların battaniye ve mendillerinin Delaware kızılderililerine barış görüşmeleri sırasında verilmesini emretti.

4-) Birinci Dünya Savaşı

Büyük Savaş sırasında artık hastalıkların mikroplar yoluyla nasıl yayıldığı biliniyordu; bilim adamları bakteri ve virüs gibi mikropların nasıl hastalık yaydığını anlamışlardı. Savaş sırasında Alman bilim adamları ve askerî yetkilileri bu bilgiyi biyolojik sabotajlar yapmak üzere çeşitli operasyonlarda yaygın bir şekilde kullandılar.

Hedefleri at, katır, koyun ve inek gibi çiftlik hayvanlarıydı. Bunlar tarafsız ülkeler üzerinden düşman topraklarına sokuluyordu. Silah olarak kullandıkları hastalıklar ruam ve şarbondu. Bunların otobur hayvan nüfusunu salgın yoluyla kırıp geçirdiği biliniyordu. Enjeksiyon yoluyla veya hayvan yemleri üzerine bakteri kültürleri dökerek az sayıda hayvana hastalık bulaştırarak yıkıcı salgınlar yaratılabileceği düşünülüyordu.




Alman gizli ajanları bu türden harekatları Romanya’da, Birleşik Devletler’de, Arjantin’de, İspanya’da ve Norveç’te sürdürdüler. Bazı ajanların iddialarının tersine bunların savaşın bütünü üzerindeki etkisi önamsizdi.

Kimyasal savaşın daha belirgin olan dehşeti, 1925 yılındaki Cenevre Protokolü’nün imzalanmasına yol açtı. Bu protokol kimyasal ve biyolojik amillerin kullanımını yasaklamakta ama bu amillerin araştırılması ve geliştirilmesi konusunda herhangi bir yasaklama getirmemektedir.

Birleşik Devletler bu protokolü imzaladı ama Senato’nun bunu onaylaması için aradan tam 50 yıl geçmesi gerekti. Öte yandan Japonya da 1925 yılında anlaşmayı onaylamayı reddetti.

5-) İkinci Dünya Savaşı

Almanlar Birinci Dünya Savaşı’nda küçük ölçekte biyolojik silahlar kullanırken, Japon ordusu 2. Dünya Savaşı öncesinde ve İkinci Dünya Savaşı boyunca büyük ölçekli bir biyolojik savaş yürüttü. Çin’e yönelik biyolojik saldırılar İmparatorluk Ordusu’ndaki kötü şöhretli Birim 731’in öncülüğünde gerçekleştirildi.

İşgal altındaki Mançurya’da, 1936 yılından başlayarak Japon bilim adamları şarbon, kolera, tifüs ve veba gibi çeşitli hastalık âmillerinin öldürücülüğünü test etmek için insanları kobay olarak kullandılar. Bu yolla en az 10 bin kişi öldürüldü.

Japon ordusu İkinci Dünya Savaşı sırasında Çinli savaş esirlerini biyolojik silahları test etmede kullandı. Yukarıdaki resimde, 1945 yılında ortadan kaldırılmadan önceki haliyle Ping Fan biyolojik savaş araştırma kompleksinin havadan görünüşü görülüyor. Kompleksin ortasında, biyolojik deneyler için tutulan mahkumların bulunduğu iki özel hapishane bulunuyor.


Aktif askerî harekâtlarda, çoğunu Çinli sivillerin oluşturduğu yüzbinlerce sivil biyolojik silahların kurbanı oldu. 1940 Ekiminde Japonlar Zhejiang eyaletindeki Ningbo ve Quzhou şehirlerine uçaklardan veba-bulaştırılmış pirelerle dolu kağıt torbalar attılar. Başka saldırılarda kuyuları kirletip, zehirli gıdalar dağıttılar. Ne var ki, Japon ordusu hiçbir zaman patojen katılmış bombalar gibi gelişmiş biyolojik silahlar üretmeyi başaramadı.

Birim 731’in liderleri ufukta Japonya’nın yenilgisini görünce kayıtlarını yaktılar, tesislerini yokettiler ve Japonya’ya kaçtılar. Daha sonra Amerikan kuvvetleriyle bir anlaşma yaparak savaş suçları kovuşturmasından muaf kalma karşılığında yaptıkları çalışmaları ayrıntılı bir şekilde anlattılar.İkinci Dünya Savaşı sonunda Amerikalılar ve Sovyetler biyolojik silahlar üretmede hayli mesafeler elde etmiş bulunuyorlardı.

6-) Soğuk Savaş Yılları

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Sovyetler Birliği ve Birleşik Devletler’de ateşlenen biyolojik silah geliştirme programları Soğuk Savaş’ın kaygı verici ikliminde yeni boyutlara vardı. Her iki ülke de yüzlerce farklı bakteri, virüs ve biyolojik toksin üzerine çalıştı. Ve herbir program bu hastalık oluşturucu âmilleri ince taneli ayresollerle saçma, bunları bombalara yerleştirme ve bunları füzelerle fırlatmanın incelikli yollarını geliştirdi.


1969 yılında Birleşik Devletler ordusu Pasifik’te geniş bir alanda yapılan bir testin başarısını kutladı. Bir gemi filosu, kafesteki hayvanlar ve ölümcül âmillerin salınmasını içeren savaş tatbikatı biyolojik silahların etkisini kanıtladı. Ne var ki, öbür yandan, Amerikalılardan habersizce Sovyet casusları yakın sularda test edilen âmillerden örnekler topluyorlardı. 

Amerikan ordusunun Maryland’da, Fort Detrick’te bulunan biyolojik silah araştırma üssünde silah üretimi. 

1969 yılı sonunda ABD Başkanı Richard Nixon saldırı amaçlı biyolojik savaş programına son verdi ve depolanmış bütün silahların yok edilmesi emrini verdi. Bu noktadan sonra Amerikalı araştırmacılar “havayı koklayan” dedektörlerin geliştirilmesi gibi savunma tedbirleri üzerine yoğunlaştılar.

1972 yılında ABD ve 100’den fazla ülke, biyolojik silahları yasaklayan ilk anlaşma olan Biyolojik Silahlar Konvansiyonu’nu imzaladı. Bu anlaşma savunma yönündeki araştırmalar dışında ölümcül biyolojik âmiller bulundurmayı yasaklıyor. Ne var ki anlaşmanın nasıl uygulanacağı yönünde herhangi bir belirgin mekanizma bulunmuyor. Ve anlaşmayı imzaladıktan hemen sonra Sovyetler Birliği saldırı programına hız verdi.

7-) Öldürücü Sovyet bakterileri

1979’da Sverdlovsk şehrinde ortaya çıkan antraks salgını yaklaşık 70 kişinin ölümüne yol açtı. Sovyet hükümeti yapılan resmî açıklamada hastalığın mikrop bulaşmış etten kaynaklandığını söyledi. Ama ABD istihbarat kaynakları salgının, yakınlardaki bir ordu laboratuvarındaki gizli silah çalışmalarıyla bağlantılı olabileceğinden şüphelendiler.

1992’de Rusya bir ABD ekibinin Sverdlovsk’u ziyaret etmesine izin verdi. Ekibin araştırmaları gerçeği açığa çıkaran delili buldu. Kurbanların ciğerlerinde antraks vardı. Bu da askerî üsten kaza sonucu yayılan aerosolleştirilmiş antraks sporlarının nefes yoluyla alındığını gösteriyordu. Sverdlovsk’taki tesisin yüzlerce ton antraks üretebileceği göz önüne alındığında sadece küçük miktarda bir spor sızıntısı olması bir şanstı.

Antraks, diğer adıyla şarbon, sporlu bir bakteri olan bacillus anthracis’in neden olduğu bir hastalıktır. 

Sovyetlerin biyolojik silah programının büyüklüğü yolundaki haberler, biyolog Vladimir Pasechnik’in İngiltere’ye iltica etmesiyle 1989 yılında Batı’da duyulmaya başlandı. Pasechnik’in genetik olarak değiştirilmiş “süperveba”, antibiyotiğe karşı dirençli antraks ve hastalığı yaymak için tasarlanmış uzun menzilli füzeler hakkında anlattıkları Batı’ya daha sonra kaçan Ken Alibek ve Sergei Popov gibi kişilerce de doğrulandı.

Sovyet programı düzinelerce tesiste ve onbinlerce uzmanla yürütüldü. 1980’lerin sonlarında ve 1990’larda bu bilim adamlarının çoğu, ellerinde satılmaya hazır tehlikeli bilgilerle kendi başlarına çalışmaya başladılar.

😎 Sapkın tarikatlar

1984 yılında Hintli “guru” Bagwan Şri Rajniş’in, Oregon kırsalında bir çiftlikte yaşayan takipçileri yaşadıkları bölgede salata barlara salmonella, yani hastalığa neden olan bakteriler serptiler. Bu, daha sonra yapmayı düşündükleri bir saldırının denemesiydi. Tarikat üyelerinin amacı bölgedeki insanları hasta etmek ve böylece yaklaşan seçimlerde oy vermelerine engel olmaktı.

Deneme saldırısı başarılı oldu ve 750’den fazla gıda zehirlenmesi vakasına yol açtı. Hastalananlardan 45’i hastaneye yatmak durumunda kaldı. Hastalık Denetleme ve Önleme Merkezi bir soruşturma başlattı ama hastalığın doğal yollarla ortaya çıktığı sonucuna vardı. Ancak bir yıl sonra, bağımsız bir polis soruşturmasıyla saldırının gerçek kaynağı ortaya çıkarılabildi.

Bu Amerikan topraklarındaki ilk biyoterörist saldırı büyük ölçüde gözlerden kaçarken, bir on yıl sonra başka bir sapkın tarikatın giriştiği bir eylem bütün dünyada büyük bir yankı uyandırdı.

1995 yılında Aum Şinrikyo adındaki dinî tarikat Tokyo metrosuna sarin gazı saldı. Bu saldırı sırasında 12 kişi ölürken binlerce kişi de gazdan ciddi bir şekilde etkilendi.

1993 ve 1995 yılları arasında Aum Şinrikyo tarikatı Tokyo’da en az 10 kez botilinum toksini ve antraks saldırılarında bulunmuştu. Bu önceki saldırıların neden başarısız olduğu bilinmiyor. Ama bazı uzmanların düşüncesine göre tarikat bakteri parçacıklarının boyutunu yeterince rafine edememişti ya da zararsız bir antraks türü kullanmışlardı.

9-)Antraks saldırıları

20 yıldan fazla bir süre biyoterörizm uzmanları Amerika’nın biyolojik silahlarla saldırılar karşısında savunmasız olabileceği uyarısında bulundular. 2001 yılının sonbaharında bu uyarılar aciliyet kazandı.

11 Eylül terörist saldırılarından bir hafta sonra antraks sporları içeren bir mektup New York’ta NBC News’te çalışan Tom Brokaw’a yollandı. Yaklaşık olarak aynı el yazısıyla yazılmış, nefret dolu mesajlar ve ölümcül sporlar içeren iki diğer mektup New York Post’un ve Senatör Tom Daschle’ın bürolarına ulaştı. Bu mektuplar açıldığında ince toz halindeki antraks havaya saçıldı.

Yıl sonu itibariyle 18 kişi antraks (şarbon) hastalığına yakalandı ve bunlardan 5’i nefes yoluyla alınmış hastalıktan dolayı öldü. Antraks içeren mektuplar “kitlesel imha”dan ziyade “kitlesel karmaşa”ya sebep oldu.

Kaynak: solakkedi.com

Akademik makaleye göz atmak isterseniz. Aşağıya doğru okumaya devam edin (Okumanız tavsiye edilir) 


Biyoterörizm


Emine ALP*, Mehmet DOĞANAY*

* Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, KAYSERİ

Bioterrorism

Key Words: Bioterrorism, Biological weapons, Infection control, Intensive care unit.

Anahtar Kelimeler: Biyoterörizm, Biyolojik silah, İnfeksiyon kontrolü, Yoğun bakım ünitesi.




Kitle imha silahları, canlılara zarar veren kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlardır. Bu silahlar etkilerini binalara, şehirlere ve taşıma araçlarına zarar vererek değil, canlılara zarar vererek gösterirler. Etkilerini insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde çoğalıp, hastalık oluşturarak, ölümlere neden olarak gösteren patojenik mikroorganizmaların silahlaştırılması ile oluşturulan silahlara biyolojik silah denir. Savaşta, kimyasal silahların çok etkili olmaması, biyolojik silahların ise uzun süre büyük miktarlarda depolanamaması nedeniyle ancak nükleer silahlarla birlikte kullanıldıklarında geniş kitlelerde ölüme neden olurlar [1-3].


Canlılara verdikleri zarar ciddi boyutta olduğu için, günümüzde bu silahların askeri alanda kullanımına izin verilmemektedir. Bunun yanında bu silahların teröristler tarafından sivil halka karşı veya askeri birliklere karşı kullanılabilme olasılığı vardır. Biyolojik silah etkenleri ile savunmasız sivil toplumlara karşı yapılan terör eylemleri biyoterör olarak isimlendirilir [2].

Biyolojik silah tarihçesi

Biyolojik etkenlerin, biyolojik silah olarak kullanılmasıyla ilgili ulaşılabilen bilgiler aşağıda (Tablo 1) özetlenmiştir.

Tablo 1


Biyolojik Savaş

Çok eski çağlardan beri hayvan ve insan ölülerinin hastalığa neden olduğu anlaşılmış ve savaşlarda salgınlar oluşturularak insanlar öldürülmüştür. Milattan önce 300’lü yıllarda Yunanlılar düşmanlarının içme suyu rezervuarlarını hayvan ve insan ölüleriyle kontamine ederek salgın oluşturmuşlardır. Daha sonraki çağlarda ise Romalılar, İranlılar, İtalyanlar ve Amerikalılar aynı usulleri kullanmışlardır. 1763 yılına gelindiğinde biyolojik silahlar şekil değiştirmiş ve spesifik hastalık etkenleri kullanılmaya başlanmıştır. Kuzey Amerika’da İngiliz kuvvetleri Kızılderililere karşı çiçek virüsünü kullanırken, daha sonraki yıllarda savaşlarda kolera, veba veya tifüs ile infekte cesetler kullanılmıştır[2-4].

1940’lı yıllarda biyolojik silah alanında önemli gelişmeler olmuş ve 1940-1969 yılları arasında biyolojik silahlar altın çağını yaşamıştır. Gelişmeler özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Sovyetler Birliği, Fransa, İngiltere, Polonya, Kanada, Japonya ve Almanya’da olmuştur. Bu gelişmelerin üzerine 144 ülkenin katılımı ile, 1975 yılında imzalanan “Bakteriyolojik ve Toksin Silahlarının Geliştirilmesi, Üretimi, Depolanması ve İmhası”na dair anlaşma yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşmaya rağmen biyolojik silah üretiminin günümüze kadar sürdüğü belirtilmekte ve Çin, Mısır, Hindistan, İran, Kuzey Kore, Libya, İsrail ve Suriye gibi bazı ülkelerin biyolojik silah programı olduğu tahmin edilmektedir[1-3].

Biyoterör

Çağımızda soğuk savaşın başlamasıyla biyolojik silahlar özellikle terörist gruplar tarafından kullanılmaya başlanmış ve biyoterör eylemleri gündeme gelmiştir. Moskova’nın 1400 km doğusunda Sverdlovsk’da; 1979 yılında bakteriyel biyolojik silah teknolojisi ile uğraşan bir laboratuvardan, bilinmeyen sebeple çevreye Bacillus anthracis sporları yayılmıştır. Bu olayın sonunda hayvanlar ve insanlar infekte olmuş, 96 insan şarbonu gelişmiş ve bunların 66’sı ölümle sonuçlanmıştır. Olayın bir terör eylemi mi yoksa bir kaza mı olduğu konusunda bugüne kadar tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır.

Sovyetler Birliği’nde 60.000’den fazla kişinin biyolojik silah teknolojisinde çalışmış olduğu belirtilmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra araştırmaların mali kaynağı kesilmiş, bilim adamları ve teknisyenlerin bir kısmı araştırmalarını devam ettirebilecekleri başka ülkelere göç etmişlerdir. Bu gelişmeyle biyolojik silahların günümüz için tehdit olarak devam etmesine neden olacağı endişesi taşınmaktadır. Japonya’da Aum Shinrikyo adındaki terörist grubu da yıllarca B. anthracis sporları ve botulinum toksinleri ile biyoterör eylemleri gerçekleştirmeye çalışmış ancak başarılı olamamışlardır. Daha sonra yapılan analizlerde, kullanılan B. anthracis sporlarının virülan olmadığı belirlenmiştir. Bu terörist grup 1995 yılında kimyasal ajan olan sarin gazını Tokyo metrosunda kullanarak terör eylemi gerçekleştirmiştir.

Biyolojik ajanlarla ilk başarılı biyoterör eylemini, 1984 yılında Dallas’ta Rajneesh adındaki terörist grup gerçekleştirmiştir. Bu grubun 10 restoranda Salmonella bakterisi ile gıdaları kontamine etmesi sonucu 750 kişi infekte olmuş, ancak ölüm gerçekleşmemiştir. Eylül-Ekim 2001’de ise ABD’de B. anthracis sporları posta yoluyla gönderilmiş ve 23 şarbon olgusu gelişmiştir. Bunlardan 11’i inhalasyon şarbonu (beşi ölümle sonuçlanmış), 12’si ise deri şarbonuydu. ABD’deki son biyoterör olayından sonra dünyada biyolojik silahlar özellikle gelişmiş ülkeler açısında büyük tehlike olarak görülmeye başlanmış ve biyolojik saldırılara karşı hazırlıklar artmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün tahminlerine göre 500.000 nüfuslu bir şehirde 2 km’lik alan boyunca 50 kg B. anthracis sporu yayıldığında 125.000 infeksiyon ve 95.000 ölüm gelişeceği düşünülmektedir. “Centers for Disease Control and Prevention (CDC)” tarafından oluşturulan ekonomik modele göre ise böyle bir saldırı 100.000 kişi başına 26.2 milyon dolar maliyet getirecektir[1-5].


Biyolojik silah etkenleri 

Biyolojik savaşta hedef grubu infekte etmek amacıyla büyük miktarda infeksiyöz ajan kullanılır. Dolayısıyla biyolojik ajanlarda aranan bazı özellikler vardır. Biyolojik silah etkenlerinin en önemli özelliği canlılarda çoğalabilmeleridir. İdeal biyolojik silah etkenleri öldürücülüğü yüksek, dayanıklı, büyük miktarlarda kolayca üretilebilen, kolay yayılabilen ve akciğere penetrasyonu iyi olan (1-5 µm partikül), aerosol ile yayılan ve insandan insana kolayca bulaşan, standart antibiyotiklere dirençli olan ve aşı ile korunulamayan ajanlardır. Hastalık gelişiminde biyolojik ajanın (infektivitesi, virülansı, inkübasyon periyodu, bulaşıcılığı, bulaş yolları ve dayanıklılığı), konakçının (immünolojik ve genel sağlığı) ve çevrenin (sanitasyon, ısı, suyun kalitesi ve nüfus) özellikleri önemlidir.
Biyolojik ajanlar dört grupta sınıflandırılmıştır: Bakteriyel ajanlar, viral ajanlar, riketsiyal ajanlar ve toksinler.

Bakteriyel ajanlar, dokuya penetrasyonu ve/veya toksinleri ile hastalığa neden olur. Özel koşullarda bakteri spor formuna dönüşür. Bakterinin spor formu ısıya ve neme dayanıklı olduğundan dolayı biyolojik ajan olarak daha etkilidir.

Riketsiyal ajanlar, Q ateşi ve epidemik tifüstür. Riketsiyalar konak hücre içerisinde yaşayan ve çoğalan parazitlerdir. Antibiyotik tedavilerine hassastır.

Viral ajanlar, çiçek virüsü, Venezuella ensefalit virüsü ve pek çok viral hemorajik ateş etkenlerini içerir. Virüsler yaşam için konak hücresine bağımlıdır ve intraselüler parazit gibi davranır.

Biyolojik toksinler bakteri, mantar ve bitkilerin oluşturdukları risin ve botulinum gibi güçlü zehirlerdir. Diğer biyolojik ajanlar gibi toksinlerin de en etkili yayılım yolu hava yoludur[3,6,7].


CDC bu ajanları hastalık oluşturma, yayılma ve öldürücü özelliklerini göz önüne alarak A, B ve C olmak üzere üç kategoride toplamıştır (Tablo 2). Bu liste oluşturulurken;



1. Toplum sağlığı üzerine etkisinin ciddiyeti ve insandan insana bulaşma riski,

2. Silah olarak yayılma potansiyeli,

3. Mikroorganizmaya karşı hazırlanmış aşı veya ilaçların depolanması için özel hazırlık gerekmesi veya izolasyon için özel laboratuvar tekniklerinin gerekmesi,

4. Toplumda korku veya terör oluşturması göz önüne alınmıştır.


Tablo 2


Bunlar içerisinde en tehlikeli olan mikroorganizmalar A kategorisinde yer alanlardır.  Biyolojik silah etkeni olarak kullanılabilecek mikroorganizmaların laboratuvar koşullarında genetik müdahalelerle tüm aşılara ve ilaçlara dirençli hale getirilebilecekleri de unutulmamalıdır[6,8]. Aşağı da (Tablo 3) A kategorisinde yer alan biyolojik ajanların özellikleri verilmiştir [9,10].

Tablo 3



Biyolojik silahların kısa vadeli ve uzun vadeli etkileri vardır. Biyolojik silahlar fiziksel veya mental hastalığa hemen neden olacağı gibi aylar hatta yıllar sonra da neden olabilir. Kısa vadede toplumda korku ve paniğe yol açar, toplum psikolojisini etkiler. Pek çok ajanın uzun vadeli etkileri konusunda çok az şey bilinmektedir; bu da uzun vadede tıbbi destek açısından plan yapılmasını zorlaştırmaktadır. Uzun vadede kronik hastalık, gecikmiş etkiler, yeni infeksiyon hastalıkları ile endemi ve ekolojik değişikliklerin etkisi görülebilir. Örneğin; Brucella melitensis infeksiyonu sonrasında halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı ve depresyon görülür. Francisella tularensis infeksiyonunda aylarca süren halsizlik ve yorgunluk görülebilir. Viral ensefalitlerin santral sinir sistemi ve periferik sinir sistemi üzerine kalıcı etkileri olabilir. Biyolojik ajanların uzun vadede karsinojenik, teratojenik ve mutajenik etkileri konusundaki bilgilerimiz sınırlıdır [7].


Biyoterör olaylarında hastane yapılanması

Biyoterör olayları, toplumda ve dünyada nadir karşılaşılan olaylardır. Bu tür olaylara klinisyenler ve laboratuvar personeli yeterince hazır olmayabilir; ilk vakaların belirlenmesi, bulaş yollarının bilinmesi, tedavisi, sağlık personeli ve diğer hastalara bulaşın önlenmesi konusunda ve dekontaminasyon işlemlerinde önemli sıkıntılar yaşanabilir. Dolayısıyla böyle bir olayla karşılaşmadan önce sağlık personeli biyolojik ajanlar konusunda eğitim almalıdır. Bu eğitim; bu ajanlarla oluşacak hastalıkların kliniği, tanı, profilaksi, tedavi, örneklerin taşınması, bariyer önlemleri ve sağlıklı bireylerin korunmasını içermelidir. Bu tür eğitim sağlık personelinin biyoterör olayına karşı korku ve paniğini de giderecektir. Biyolojik ajanların etkileri günler veya haftalar sonra da ortaya çıkabileceği için ikincil salgınlar daha sonra da görülebilir. Acil ekibi şüpheli olguları belirlemeli ve bu hastalar hastaneye girişten itibaren izole edilmelidir. Bir ülkede sağlık sisteminin biyoterör olayına karşı yeterli düzeyde hazırlıklı olmaması sadece salgının geç fark edilmesi ile sonuçlanmaz, aynı zamanda hastalığın hızla yayılımına da neden olur. Lokal sağlık birimlerinin salgına gerekli müdahalede bulunmaması sonucu, infeksiyöz hastalar tedavi için uzak bölgelere gidecek ve hastalığın yayılımına neden olacaktır. Dolayısıyla bir ülkede sağlık sisteminin her basamağı biyoterör olayına karşı önceden hazırlıklı olmalıdır. Gerekli ekipman, antibiyotik ve aşılar depolarda yeterince bulunmalı ve bunların dağıtımının nasıl olacağı önceden planlanmalıdır.

Bir biyoterör olayında hastanelere korku ve endişe içinde çok fazla kişi başvuracaktır. Hastaların kabulünde ve önceliklerin belirlenmesinde olgu tanımının iyi yapılması önemlidir. Ayrıca, toplumda psikolojik desteğin sağlanması ve anksiyetenin giderilmesi de hastanelerdeki işleri kolaylaştıracaktır[7,11-13].

Kimyasal ve biyoterör olaylarının ayrımının yapılması hazırlıkların planını etkileyeceği için önemlidir.Aşağı da (Tablo 4) bu iki terör olayının farklılıkları verilmiştir.


Tablo 4


Kimyasal terör eylemlerinin aksine, biyoterör olayları başlangıçta aşikar olmayabilir[13]. Gizli bir saldırıyı ilk saptayanlar birinci basamak hekimleri ve acil servis hekimleri olabileceği gibi laboratuvarda olağan olmayan bir mikroorganizmayı saptayan laboratuvar çalışanı, hastane başvuru kayıtlarını inceleyen epidemiyolojistler, anormal antibiyotik tüketiminin olduğunu fark eden eczacılar, solunum sıkıntısı nedeniyle müracaatlarının arttığını fark eden 112 operatörleri (ülkemiz için) veya defin işleri ile uğraşanlar olabilir. Dolayısıyla bir ülkede epidemiyolojik veriler düzenli olarak toplanmalı ve incelenmelidir. Sıkı bir elektronik iletişim ağı erken vakaların bildirimi için gereklidir[5,6]. Ayrıca, biyoterör olayında erken tanı önemli olduğu için, potansiyel ajanların identifiye edilebileceği referans laboratuvarları da olmalıdır.

Biyolojik saldırıda toplumun belirli kesiminin (temasta bulunanlar, sağlık personeli ve ilk müdahalede bulunanlar) aşılanması veya profilaktik antibiyotik uygulanması önemlidir. Bu yöntemlerin uygulanması biyolojik ajana göre değişmektedir. Örneğin; çiçek veya veba salgınının kontrolünde aşılama önemlidir ve hastaların tedavi edildiği bölümlere giren herkes aşılanmalıdır. Aşılama sonrası immünite gelişmesi haftalar aldığı için ilaçlar (antibiyotikler) ve destek tedavisi de önemlidir. İmmün serum pasif immünizasyonun sağlanmasında kullanılabilir[7].

Hastane içerisinde organizasyonun sağlanmasında, hastane infeksiyonları kontrol ekibine önemli görevler düşmektedir. Bir hastanede infeksiyon kontrol ekibinin görevleri ve sınırları önceden çok iyi belirlenmiş olmalıdır. İnfeksiyon kontrol ekibi salgın şüphesi olan her durumu araştırarak, hastane infeksiyonu salgınlarını tespit etmeli, salgın incelemesi yaparak kaynağı saptamalı ve çözüm önerileri üretmelidir. Hastanenin rutin işleyişinde; izolasyon yöntemleri, klinik materyallerin laboratuvarlara gönderilmesi, bu klinik materyallerin laboratuvar işlemleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmalıdır.

Biyolojik saldırılarda hastanelerin iş yükü aniden artmaktadır. Hastaneler de böyle bir saldırıya karşı önceden hazırlıklı olmalı ve saldırı anında planlı şekilde hareket etmelidir. Bir saldırı sırasında, hastanede rutinde yapılan işler devam etmelidir. Ani yapılanma değişikliği, işleyiş programını ve cevabı karışık hale getirir, işlemi olumsuz yönde etkiler. Sürveyans bilgileri düzenli olarak toplanmalıdır. Güçlü sürveyans sisteminin kullanılması ile hastalık seyrindeki değişiklik çabuk fark edilir; kaynağın araştırılması ve koruyucu önlemlerin artırılmasını hızlandırır[6,11].

Biyoterör olaylarında infeksiyon kontrol ekibinin görevlerini şu ana başlıklar altında toplayabiliriz;

• İlk vakaların belirlenmesi,

• Vakaların hastaneye kabul stratejilerinin belirlenmesi,

• İzolasyon yöntemlerinin belirlenmesi,

• Klinik örneklerin alınması, laboratuvara gönderilmesi ve laboratuvarda işlem yöntemlerinin belirlenmesi,

• Dekontaminasyon işlemlerinin belirlenmesi,

• Hastane bölümlerinin genişletilmesi ve alternatif bakım ünitelerinin oluşturulması,

• İhtiyaçların saptanması,

• Vaka sayılarının takibi ve yönetime bilgi akışının sağlanması,

• Biyolojik etkene maruz kalmayan sağlık personelinin korunma yollarının belirlenmesi,

• Personel eğitimi.


İlk Vakaların Belirlenmesi

Hastane infeksiyonları kontrol ekibinin ana elemanlarını; infeksiyon kontrol doktoru, infeksiyon kontrol hemşiresi ve hastane epidemiyoloğu oluşturmaktadır. Beklenilmeyen bir infeksiyon ile bir hastanın hastaneye müracaatı veya hastanede böyle bir infeksiyonun görülmesi veya laboratuvarda beklenilmeyen bir etkenin izolasyonu, infeksiyon kontrol ekibini infeksiyon kaynağını araştırmaya yöneltmelidir. Keza bazı endemik infeksiyonların hastanede görülme sıklığında artışın olması, hastane epidemiyoloğunun dikkatini çekmelidir. Bu tür durumlarda konu süratle infeksiyon kontrol komitesine götürülmeli, biyoterör endişesi taşınıyorsa, hastane idaresi zaman kaybetmeden haberdar edilmelidir[6].

Vakaların Hastaneye Kabul Stratejilerinin Belirlenmesi

Kullanılan biyolojik etkene karşı korumasız kişiler, infeksiyonla kontaminasyon ve infeksiyonun bulaşması açısından risk altındadır. Kontamine bireylerin hastaneye girmesi, uygun önlemler alınana kadar engellenmelidir. Hastane giriş kapılarının çoğu kilitlenmeli, güvenlik personeli binanın giriş noktalarını kontrol etmeli ve binaya girişler denetim altında olmalıdır. Sadece küçük çocukların aileleri veya bakıcılarına yeterince koruma sağlandıktan sonra izin verilmelidir. Dekontaminasyon gerekli ise hastaneye girmeden önce yapılmalıdır[11].



Biyolojik alanlarda İnfeksiyon


Kontrol önlemleri, Profilaksi ve tedavi [7,17,22]


B. anthracis (Şarbon)

Şarbon hastalığının, insandan insana geçiş riski çok düşüktür. Hasta izolasyonu ve karantina gerekmez. Bu hastaların bakımı için standart korunma tedbirleri yeterlidir. Örneğin; deri şarbonunda lezyon, antibiyotik tedavisinin ilk 24-48 saatinde kapatılır. Bu işlem sırasında tek kullanımlık eldivenler veya sterilize edilebilecek eldivenler kullanılır. Sağlık çalışanlarına ve temasta bulunan aile bireylerine profilaktik antibiyotik ve aşı önerilmemektedir. Hastalık ile ilgili semptom veya bulgu varlığında hekime başvurulmalıdır.

Ölen vakaların kireç ile dekontamine edilerek derine gömülmesi önerilir. Ölünün taşınması sırasında su ve hava geçirmeyen kapalı torbalar kullanılmalı, ceset torbadan çıkarılmamalıdır. Ceset torbası ile mühürlü tabut içine yerleştirilerek gömülmelidir.

Yatak çarşafları ve kontamine materyaller, torbalara konur ya uygun olan biçimde yakılır veya otoklavda sterilize edilir ya da buharla dezenfekte edilir. Hastanın öldüğü odanın etilen oksit veya formaldehid buharı ile dezenfeksiyonunun gereksinimi odanın kontaminasyon derecesine bağlıdır.

Herhangi bir invaziv girişim veya otopsiden sonra aletler temizlenip, sterilize edilir. Lokal alan sporisidal (%10 formaldehid, %4 gluteraldehid gibi) bir ajanla dezenfekte edilir. İyodin kullanılabilir ama dezenfekte edici güçte olmalıdır; antiseptik güçteki iyodoforlar genelde sporisidal değildir. Sodyum veya kalsiyum hipoklorid (10.000 ppm klor içeren hipoklorid) yüzey temizliğinde kullanılabilir, ancak organik materyal varlığında hipoklorid aktivitesi önemli ölçüde azalmaktadır. Kontamine giysiler otoklavdan geçirilir.

Canlı spor aşıları, Çin ve Rusya dışında, insanlarda kullanılmamakta, sadece hayvanların aşılanmasında kullanılmaktadır. B. anthracis protektif antijeni ile hazırlanmış aşılar ise sadece İngiltere ve ABD’de lisans almıştır. Deneysel çalışmalarda her iki aşının da inhalasyon şarbonunun gelişimini önlediği gösterilmiştir. Ancak bu aşıların insanlarda maruziyet sonrası profilakside uygulandığında etkinliği ve koruyuculuklarının süresi bilinmemektedir.

Antimikrobiyal tedavi deri şarbonunda ve inhalasyon şarbonunda eğer semptomlar başlamadan önce veya hemen sonra uygulanırsa etkilidir. Eğer toksin düzeyleri vücutta çok yüksek düzeylere ulaşırsa antimikrobiyal tedavi etkinliğini kaybeder. B. anthracis sporlarına hava yolu ile maruz kalan kişilerde de profilaktik antimikrobiyal tedavi önerilir. Antimikrobiyal tedavi sporlara etkili değildir, dolayısıyla akciğerlerde biriken sporların inaktivasyonu ve temizlenmesi için tedavi süresi uzun olmalıdır. Nadiren uzamış inkübasyon süresi olduğu için antimikrobiyal tedavi süresi 60 gün önerilmektedir. Antibiyotik ile beraber aşı uygulandığında süre 40 gün olabilir.

Penisilin doğal oluşan şarbonda ilk seçenektir. Biyoterör eylemi sonucu gelişen şarbon olgularında ilk seçenek siprofloksasin olarak önerilmektedir. Biyoterör eylemlerinde tedavi ve profilaksi politikası, ilk hastalardan izole edilen B. anthracis suşlarının antibiyotik duyarlılıklarına göre belirlenmelidir. Maruziyet sonrası profilakside protektif antijenden hazırlanmış aşı ve antimikrobiyal tedavinin birlikte kullanılması önerilmektedir.




Brucella abortus, Brucella suis ve Brucella melitensis (Bruselloz)

İnsandan insana geçiş nadirdir. Dolayısıyla izolasyon önerilmez. Kontamine materyallere karşı standart infeksiyon kontrol önlemleri önerilmektedir. İnfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya standart dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksit, %70 etanol, fenol, kuarterner amonyum) dezenfekte edilmelidir.

Hayvan aşısı bulunmaktadır ama insanlar için henüz aşı yoktur. Hastalığın erken döneminde başlanırsa altı hafta oral doksisiklin ve rifampisin veya altı hafta oral doksisiklin ile birlikte üç hafta streptomisin tedavide başarılıdır. Kronik infeksiyonda tedavi süresi uzun olmalıdır.



Burkholderia mallei (Ruam)

Drene olan lezyonlar, kan, kontamine sekresyon veya diğer materyaller için standart infeksiyon kontrol önlemleri önerilir. İnfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya standart dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksit, %70 etanol, fenol, kuarterner amonyum) dezenfekte edilmelidir.

Aşısı yoktur. Tedavide sülfadiazin ve seftazidim önerilir. Mikroorganizma aynı zamanda tetrasiklin, siprofloksasin, streptomisin, novobiyosin, gentamisin, sülfonamidler veya imipenem ve doksisiklin kombinasyonuna da duyarlıdır. Uzamış antimikrobiyal tedaviye rağmen relapslar izlenebilir.



Burkholderia pseudomallei (Melioidoz)

Drene olan lezyonlar, kan, kontamine sekresyon veya diğer materyaller için standart infeksiyon kontrol önlemleri önerilir. İnfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya standart dezenfektanlarla dezenfekte edilmelidir. Aşısı yoktur. Ağır melioidoz tedavisinde parenteral imipenem veya seftazidim 10 gün-4 hafta önerilir, daha sonra oral amoksisilin-klavulanik asit veya trimetoprim-sülfametoksazol ve doksisilin kombinasyonu ile tedavi 10-18 haftaya tamamlanır.



Francisella tularensis (Tularemi)

Hastaların karantinaya alınması ve temas edenlerin aşılanması önerilmez. Açık yara ve ülserlerden drenaj oluyorsa standart infeksiyon kontrol önlemleri uygulanmalıdır. İnfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya standart dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksit, %70 etanol, fenol, kuarterner amonyum) dezenfekte edilmelidir.

Solunum ve inhalasyon yolu ile infeksiyonda intradermal uygulanan canlı aşılar koruyucudur. Antimikrobiyal profilakside oral doksisiklin veya siprofloksasin 14 gün önerilir. Tedavide streptomisin günde iki kez 15 mg/kg (2 gramı aşmayan dozda) 10 gün önerilir. Diğer tedavi seçenekleri gentamisin, doksisiklin veya siprofloksasindir. Parenteral doksisiklin veya siprofloksasin ile tedaviye başlanan hastalarda ardışık tedavide aynı ilaçların oral formları ile devam edilebilmesi avantajdır. Gentamisin veya siprofloksasin ile 10 günlük tedavi yeterli iken, doksisiklin bakteriyostatik olduğu için 14-21 gün tedaviye devam edilmelidir. Kloramfenikol, tedavi başarısızlığının ve relaps oranının yüksek olması nedeniyle tercih edilmemelidir.



Yersinia pestis (Veba)

Pnömonik vebada sıkı hava yolu tedbirleri uygulanmalıdır. Hasta izole edilmeli, hasta ve hastaya bakım verenler cerrahi maske takmalıdır. Eğer izolasyon odası yoksa pnömonik vebası olan hastalar aynı odada takip edilebilir. Kontamine materyallere karşı standart infeksiyon kontrol önlemleri alınmalıdır.

Veba aşısı salgın durumunda sadece kontamine materyallerle uğraşan yüksek riskli gruba (sağlık personeli ve laboratuvar personeli) önerilir. Y. pestis’e karşı hazırlanmış ölü ve canlı aşıların koruyuculuğu bubonik vebada orta düzeydedir, ancak pnömonik vebaya karşı koruyucu değildir. Ölü aşının koruyuculuğu kısa sürelidir (3-12 ay) ve periyodik aşılama önerilir. Bağışıklığın gelişimi için bir aya ihtiyaç olması ve ilk aşıdan sonra altı ay arayla iki booster doz aşı yapılması gereğinden dolayı veba salgınında profilakside aşılama nadiren kullanılır. Ayrıca, ağır infeksiyonda aşı ile kazanılmış bağışıklık etkisiz kalır. Dolayısıyla infekte hastaya veya kontamine materyallerle yakın temasta olanlarda son maruziyetten sonra bir hafta antimikrobiyal profilaksi önerilir. Doksisiklin ve siprofloksasin profilakside kullanılabilir.


Antimikrobiyal tedavi hastalığın erken döneminde başlanmalı ve ateş düştükten sonra en az üç gün verilmelidir. Tedavide streptomisin, gentamisin, tetrasiklin, doksisiklin, kloramfenikol ve siprofloksasin kullanılabilir. Biyoterör olaylarında laboratuvarda üretilen çoğul dirençli suşların kullanılabileceği unutulmamalıdır.


Coxiella burnetii (Q ateşi)

Hastaların izolasyonu önerilmemektedir. İnfekte elbiseler ve materyaller otoklavda veya standart dezenfektanlarla (hipoklorid, peroksit, %70 etanol, fenol, kuarterner amonyum) dezenfekte edilmelidir.İnaktive aşı laboratuvar çalışanları ve diğer yüksek riskliler için önerilir. Semptomlar gelişmeden önce tetrasiklin veya doksisiklin başlanılması önerilir.


Rickettsia prowazekii (Epidemik Tifüs)

Hastaların izolasyonu önerilmemektedir. Hastalarla yakın temasta olanlar 15 gün ateş açısından gözlenmelidir. Bitlere karşı insektisidlerin kullanımı önerilir. Doksisiklin profilakside ve tedavide etkilidir.



Coccidioides immitis ve Coccidioides posadasii (Koksidioidomikoz)

Hastalık bulaşıcı olmadığı için karantina ve hastaların izolasyonu önerilmez. Artrokonidiyalar hava yolu ile infektif oldukları için, laboratuvarlarda klinik örneklerin manipülasyonu sırasında biyogüvenlik düzeyi 3 tedbirleri uygulanır. Kontamine materyaller otoklavda veya iyot veya gluteraldehid gibi dezenfektanlarla dezenfekte edilmelidir.Aşısı yoktur. Ağır olgularda uzun süreli amfoterisin B veya oral azollerin (ketokonazol, flukonazol, itrakonazol) kullanımı önerilir. Menenjitte ömür boyu flukonazol tedavisi önerilir.


Variola Virüs (Çiçek)

Çiçek virüsü ile infekte kişiler hastalığın inkübasyon döneminde infeksiyöz değildir. Döküntüler ortaya çıkınca infeksiyöz hale gelirler ve döküntülerin hepsi kuruyana kadar (yaklaşık üç hafta) bulaşıcılık devam eder. Çiçek virüsü ile saldırıda, hastalar HEPA filtresi olan negatif basınçlı izolasyon odalarında yatırılır. Çok büyük salgınlarda hastaların evde bakımı ve karantina önerilir. Standart önlemler (maske, eldiven, gözlük), hava yolu ve temas önlemleri alınmalıdır. Tüm kontamine materyaller (çamaşır, atıklar gibi) biyolojik atık torbalarına toplanmalı ve otoklava konmadan önce yıkanmalıdır. Temiz yüzeyler için standart hastane dezenfektan solüsyonları kullanılır.

Aşılamadan hemen sonra bağışıklık geliştiği için temas eden kişiler maruziyetten sonraki dört gün içerisinde veya döküntülerden önce aşılanmalıdır.

Venezuella At Ensefaliti

İnfekte hastaları taşıyan kişiler eldiven, kep, önlük ve cerrahi maske giymelidir. İnfekte virüs kan, eksüda, serebrospinal sıvı ve idrarda bulunur. Bu materyaller otoklavda veya kimyasal dezenfektanlarla (hipoklorid veya kloramin) dezenfekte edilmelidir. Sivrisinek kontrolü sağlanmalıdır.Canlı ve inaktive aşı üretilmiştir.

Viral Hemorajik Ateş

Tüm viral hemorajik ateş virüsleri (dengue ateş virüsü hariç) infeksiyöz aerosollerle geçer. Hava yolu ile bulaş tedbirleri uygulanır. Tüm vücut sıvıları kontamine kabul edilir. Her hasta özel odada takip edilmelidir. Odaya girmeden önce ön bir bölüm olmalıdır. Burada dekontaminasyon ve el yıkama yapılmalıdır. Odada negatif hava basıncı olmalı ve hava filtre edilmelidir. Hava resirkülasyonu olmamalıdır. Daha sonra hasta transferinin önlenmesi için semptomların olmadığı dönemlerde de hastalar negatif hava basınçlı odalarda yatırılmalıdır. Normal bariyerli koruyucu giysilerde personelin korunması için yeterli ise de HEPA filtreli pozitif basınçlı maskeler geçirgen olmayan koruyucu giysiler ile birleştirilirse daha yüksek düzey koruma sağlanır.


Nipah Virüsü

İnsandan insana yayılmaz. Solunum sistemi sekresyonlarından ve hastaların idrarlarından izole edilir. Potansiyel geçiş olabileceği düşünülürse izolasyon yöntemlerinin kullanılması akılcıdır.

Hantavirüs

İnsandan insana yayılmaz. Solunum sistemi sekresyonlarından ve hastaların idrarlarından izole edilir. Potansiyel geçiş olabileceği düşünülürse izolasyon yöntemlerinin kullanılması akılcıdır.

Flavivirüs

İnsandan insana geçmez, vektörler aracılığı ile bulaşır. Destek tedavisi önerilir, profilakside öneri yoktur.

Ricinus communis Toksini

Toksin aracılı bu sendrom insandan insana geçmez. İleri derecede kontamine kişiler elbiselerini değişip banyo yapmalıdır.

Clostridium botulinum Toksini

Botulinum kişiden kişiye geçmez. Sağlık personeli çalışanları standart tedbirler uygulamalıdır. İzolasyon tedbirleri gerekmez. Su ve sabun ile dekontaminasyon, toksine aerosol şeklinde akut maruziyet sonrası önerilir.

Clostridium perfringens Epsilon Toksini

Toksin aracılı sendromdur; insandan insana geçmez.

S. aureus Enterotoksin B

Toksin aracılı sendromdur; insandan insana geçmez. İleri derecede kontamine kişiler elbiselerini değişip banyo yapmalıdır.

Besin ve Su Kaynaklı Patojenler

El yıkama yeterlidir.






Kaynaklar

1. Cirincione J, Wolfsthal JB, Rajkumar M. Deadly Arsenals: Tracking Weapons of Mass Destruction. 2002;3-23, 45-66. www.carnegieendowment.org

2. Harigel GG. Chemical and biological weapons: Use in warfare, impact on society and environment. http://www.ceip.org/files/publications/Harigelreport.asp

3. Roffey R, Lantorp K, Tegnell A, Elgh F. Biological weapons and bioterrorism preparedness: Importance of public-health awareness and international cooperation. Clin Microbiol Infect 2002;8:522-8.

4. Roffey R, Tegnell A, Elgh F. Biological warfare in a historical perspective. Clin Microbiol Infect 2002;8: 450-4.

5. Noah DL, Huebner KD, Darling RG, Waeckerle JF. The history and threat of biological warfare and terrorism. Emerg Med Clin North Am 2002;20:255-71.

6. Pavlin JA. Epidemiology of bioterrorism. Emerg Infect Dis 1999;5:528-30.

7. Public health response to biological and chemical weapons. WHO guidance. 2nd ed. World Health Organization, Geneva 2004;25-52, 53-86, 229-76.

8. Pavlin JA, Gilchrist MJR, Osweiler GD, Woollen NE. Diagnostic analyses of biological agent-caused syndromes: Laboratory and technical assistance. Emerg Med Clin North Am 2002;20:331-50.

9. New Defence Agenda’s Bioterrorism Reporting Group. Countering bioterrorism: Science, technology and oversight. Bibliotheque Solvay, Brussels, 18 October 2004.

10. Smith BT, Inglesby TV, O’Toole T. Biodefense R&D: Anticipating future threats, establishing a strategic environment. http//www.medscape.com/viewarticle/462546.

11. Schultz CH, Mothershead JL, Field M. Bioterrorism preparedness I: The emergency department and hospital. Emerg Med Clin North Am 2002;20:437-55.

12. Shalata DE. Bioterrorism: How prepared are we? Emerg Infect Dis 1999;5:492-3.

13. Hughes JM. The emerging threat of bioterrorism. Emerg Infect Dis 1999;5:494-5.

14. Nulens E, Voss A. Laboratory diagnosis and biosafety issues of biological warfare agents. Clin Microbiol Infect 2002;8:455-66.

15. Pavlin JA, Gilchrist MJR, Osweiler GD, Woollen NE. Diagnostic analyses of biological agent-caused syndromes: Laboratory and technical assistance. Emerg Med Clin North Am 2002;20:331-50.

16. Akgün Y. Laboratuvar infeksiyonları ve koruyucu önlemler. Topçu AW, Söyletir G, Doğanay M (editörler). İnfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyolojisi. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri, 2002:409-20.

17. Darling RG, Catlett CL, Huebner KD, Jarrett DG. Threats in bioterrorism I. CDC category A agents. Emerg Med Clin North Am 2002;20:273-309.

18. Eşel D, Doğanay M. Klinik ve çevre örneklerden Bacillus anthracis izolasyonu ve identifikasyonu. İnfeksiyon Dergisi 2002;16:1-10.

19. Swartz MN. Recognition and management of anthrax-an update. N Engl J Med 2001;345:1621-5.

20. Turnbull P, Böhm R, Cosivi O, Doganay M, et al. Guidelines for the surveillance and control of anthrax in humans and animals. World Health Organization 1998:1-109.

21. Moran GJ. Threats in bioterrorism II: CDC category B and C agents. Emerg Med Clin North Am 2002;20: 311-30.

22. Doğanay M. Biyoterör ve şarbon. ANKEM Dergisi 2002;16:254-8.

Etiketler:

Paylaş:

Bizi Takip Edin
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore