Sadece Gerçek logo

İstanbul tarihi hakkında bazı bilgiler

İstanbul tarihi hakkında bazı bilgiler

İstanbul’un kuruluşu ve müteaddit adları

İstanbul şehri, ilk müessisinin ismine izafetle “Bizans” adını almıştır. Şöyle ki: İstanbul evvelce “Bizans” adı ile anılırdı. Yalnız Sarayburnu civarından ibaret küçük bir köy halinde idi. Bunu milattan 658 ve hicreti nebeviyeden 1241 sene evvel Korent berhazı civarındaki “Megaride” denilen küçük bir hükümetin reisi bulunan “Bizas” veya “Bizans” tesis etmişti. Burası sonra da müstakil bir küçük cumhuriyet halinde idare olunmuştur. Maamafih burada daha evvel de “Tıras” kavimleri otururlar imiş.


Bilahare miladın 330 uncu senesinde Roma İmparatorlarından birinci Konstantin, Edirne civarında “Liçinyus” ile muharebe yapmış, Liçinyüs mağlup olup Bizanslılara iltica etmiş, Kostantin de onu takip ederek Bizans’a girmiş, orada hayli bir vakit kalmış, orasını atiyen payitaht ittihaz etmek üzere imara, tevsia başlamış, başka yerlerden san’atlı eserleri, heykelleri getirterek orasını tezyine çalışmış, bu sebeple Bizans kasabası evvela “Yeni Roma” sonra da “Konstantinopolis” yani : Konstantin şehri adını almıştır.

Romalılar, daha sonra bu şehre “İstanbul” demişlerdir ki, bu tabir “şehre” ve “şehirde” demek olan “İstinboli” tabirinden galet olarak alınmıştır.

Araplarda İstanbula “Konstantini Faruk” adını vermişlerdir. Buna Faruk denilmesi, İstanbul boğazı Akdeniz ile Karadenizin kavuşma noktasında olup Avrupa ile Asyayı biribirinden ayırdettiği içindir.

Türkler de İstanbul’a İslambul, Asitane, Derssadet, Darülhilafe, Reraliye gibi adlar vermişlerdir.

Bizans şehrinin 330 tarihi miladisinde büyük resmi küşadı yapılmış, bilahare Roma İmparatorluğuna merkez ittihaz edilmiş ve bir derece daha tevsi olunmuştur.

İstanbul’un ihtiva ettiği kısımlar

Asya ile Avrupa kıtaları arasında bulunan İstanbul şehri, esasen dört kısma ayrılmıştır. Şöyle ki:

Birinci kısım, nefsi İstanbul ile bunun surları haricinde bulunan Eyüp Sultan semtinden ve Makrı köyü ile Ayastafenos köylerinden ibarettir. Bakırköy, Yeşilköy.

İkinci kısım, Galata ve Beyoğlu semtlerini ve Kasım Paşa ile Hasköy, Feriköy, Şişli, Tophane, Fındıklı, Kabataş ve Beşiktaş mahallelerini havidir.

Üçüncü kısım, Üsküdar ile Kadıköy cihetlerinden ibaret olup Kızıltoprak, Erenköy, Çamlıca, Bulgurlu gibi köyleri muhtevidir.

Dördüncü kısım, Boğaziçinden ibarettir. Bu Boğaz, Akdeniz ile Karadeniz birleşme noktası olup, Avrupa ile Asyayı birbirinden ayırdetmektedir.

Boğaz içinin iki tarafından güzel köyler vardır. Mesela: Rumeli sahilinde Ortaköy, Arnavut köyü vesaire olduğu gibi Anadolu sahilinde de Kuzguncu, Beylerbeyi, Çengelköyü, vesaire mevcuttur.

Nefsi İstanbul, esasen bir müselles şibhi cezireye benzer. Bu müsellesin re’s zeviyesi, Sarayburnudur. Esas zaviyesinde sair kara sınırlarıdır.

İstanbul’un Marmara denizi ve liman ile mahdut olan iki canibi yalnız bir sur ile müdafaa olunurdu. Karaya bitişik olan cihetlerde çifte kale duvarları ile, burçlar ile ve derin hendekler ile himaye olunurlardı. Bu müsellesin her zaviyesinde birer de kale mevcut idi.


İstanbul Galata Kulesi

İstanbul şehrini teşkil eden tepeler


İstanbul şehri esasen yedi tepeden müteşekkildir.



Bunların birincisi, Sarayburnu civarındaki Ayasofya, Sultan Ahmet camileri ile Topkapı Sarayı buradadır.

İkincisi : Nuriosmaniye camii şerifiyle Çenberlitaş civarındadır.

Üçüncüsü : Sultan Beyazıt ve Süleymaniye camilerinin bulunduğu mahaldir.

Dördüncüsü : Fatih Sultan Camii şerifinin bulunduğu mahaldir.

Beşincisi : Sultan Selim camii şerifinin bulunduğu sahadır.

Altıncısı : Balat’ın üst tarafıdır ki. Kariye cami şerifiyle Edirnekapı’sındaki Mihrimah camii şerifi burada bulunmaktadır. Burası İstanbul’un en yüksek mevkidir.

Yedincisi : Yedi kule taraflarıdır ki, burada çukur bostan vesaire mevcuttur.

İstanbul’un kadim çağlardaki muhasaraları

İstanbul şehri, dünyanın en güzide bir idare merkezi olmaya layık bulunduğu cihetle ötedenberi milletlerin, hükümdarların nazarlarını celbetmiş, bu şehir, muhtelif tarihlerde birçok milletlerin hücumlarına uğramış, yirmidokuz kere muhasara olunmuştur. Şöyle ki bu şehir on yedi defa Trakyalılar, kadim İranlılar, Turaniler, Latinler, Avarlar gibi gayri müslim milletler tarafından muhasara olunduğu gibi yedi defa da müslüman Araplar ve beş kere de müslüman Türkler tarafından muhasara olunmuştur.

Bu şehir, muhasaralar neticesinde yalnız alt ı-ye d i defa muvakkaten muhasırların yedi zaptına geçmiş ve en nihâyet Fatih Sultan tarafından kafi surette zabt ve fethedilmiştir.Bu muhasarların ve hücumların başlıcalarına dair burada kısaca malumat verilecektir.

Gayri müslim milletler tarafından vuku bulmuş olan hücumlar ve muhasaralar

1-) Vaktiyle İstanbul kasabası etrafında bulunan Traki = Trakya kavimleri, Bizansın kendi sahillerinden gelip yerleşmesini istemedikleri için bu kasabayı tahrip etmek maksadıyla hücum etmişlerdir. Fakat Kraliçe “Fidalye”nin tedbir ve gayretiyle şehir kurtulmuş, küçük bir Cumhuriyet halinde idareye başlanılmıştır. 


2-)  İran hükümdarlarından Keştasebin oğlu İsfendiyar (1. Dara), ordusuyla Anadolu Hisarı mevkiine kadar gelmiş, deniz üzerine kurduğu bir köprüden Rumeli sahiline geçmiş, Bizanslıların terketmiş oldukları İstanbul kasabasını zabt ve tahrip eylemiştir ki, bu miladdan 550 veya 479 sene evvele müsadiftir.

3-) Isparta’nın meşhur serdarlarından “Pausanius” bilahare İranilere galebe çalarak Bizansı İranilerin elinden alıp Isparta’ya tabi kılmıştır.

4-) Daha sonra Kadim Atinalıların meşhur kumandanlarından “Alkibiad” Ispartalıları mağlup etmekle Bizans AtinalIların eline geçmiştir. Nihayet Bizans ahalisinden “Tırasyübul”un gayretiyle istiklalleri istirdat edilerek Bizans kasabası yeniden Cumhuriyet halinde idare olunmuştur.

5-) İran hükümdarlarından 2. Keyhüsrev‘in askerleri miladdan 616 sene evvel İstanbul’u muhasara etmiş, Kadıköy taraflarını zapt eylemişlerse de bu köy sonra yine Bizanslılara intikal etmiştir.

6-) Atinalılar, Bizans şehrini miladdan 408 sene mukaddem muhasara etmiş, kaht ve gala tesiriyle bunu zabt eylemişlerdir. Fakat bilahare Ispartalılar, Atinalılara karşı muvaffakiyet ihraz etmiş, şehiri miladdan 358 sene evvel onlardan zapt edip yine evvelki hükümdar sülalesine iade eylemişlerdir.

7-) Büyük İskenderi Ruminin babası Filip, Bizans kasabasını zaptetmek için çok çalışmış idi. fakat Bizans ahalisi Atinalılar ile ittifak ederek karşı durmuşlar, şehri kurtarabilmişlerdi. Filip, miladdan 383 evvel doğmuş, 336 sene evvel katledilmiştir. Bizans muhasarası ise 340 senesine müsadiftir.

😎 Bizans şehri dahili tefrikalardan biri sırasında İmparator “Sebtim Sever” tarafından tahrip edilmiş, bir müddet sonra oğlu “Antoan”ın iltiması ile tamir ve onun adına nisbetle (Antonya) tesmiye edilmiştir.

Bu şehir bilahare İmparator “Galyan” zamanında da her nedense tekrar tahrip ve bir kısım ahalisi katledilmiş bilahare etrafa dağılmış olan ahalisi tarafından yine Bizans namı ile tecdit olunmuştur.

9-) Bizans kasabası ve karşısında bulunan “Hırisopelis” yani : Üsküdar semti Karadenizden gelen “İskit = Turan” kavimlerinin hücumuna maruz kalıp onların tarafından yağmaya uğramıştır.

10-) Romalılar vakti ile Bizansın istiklalini kabul etmişlerdi. Bilahare Roma İmparatoru “Vespasiyen” Bizansı Romaya ilhak etmişti. Bu halde Bizans Romanın bir eyaleti olmuşken Roma Cenerallarından “Septim Sever” ile diğer Roma Ceneralı “Pesceniyus” arasında 193 miladi senesi bir rekabet neticesi olarak muharebe vukua gelmiş, “Septim” 196 tarihinde Bizansı muhasara etmiş, üç sene devam eden bu muhasara neticesinde ahali pek aç bir halde kalmış, nihayet şehrin kapılarını açmışlardır. Septim, ahaliyi kılıçtan geçirmiş, şehrin bütün kalelerini yıkmıştır. Fakat bilahare pişman olup şehri yeniden inşa etmiş, kalelerini yeniden vücuda getirmiştir.


11-) Roma Kayserlerinden olup 251 senei miladiyesinden 253 senesine kadar hükümet eden “Gallas”ın zamanında Bizans şehri yine tahrip ve ahalisi katliam edilmiştir.

12-) Roma İmparatorlarından büyük Kostantin, Bizans kasabasını harap olmaktan kurtarmış, burasını büyük bir şehir haline getirmeye çalışmış, bu şehrin eski surlarını kafi görmeyerek etrafına bir takım geniş surlar yaptırmış, bu şehir büyüklükçe ve zinetçe Romayı geçmiştir. Eylevm görülmekte olan büyük surları da ikinci “Teodos” yaptırmıştır.

İşte bu Kostandindir ki, Hıristiyanlığı kabul etmişti. Şöyle ki: Bir zamanlar Romalılar arasında bir herç ve merç baş göstermiş, bir takım inkılaplar vücuda gelmişti. “Konstans”ın oğlu olup Sezar unvanına haiz bulunan Kostantin, rakiplerine galebe ederek istiklal üzere Romayı idare etmeye başlamış, Bizans kasabasını da Kostantin şehri haline getirmiştir.

İşte bu sırada Kostantinin ordusunu teşkil eden efradın yarısı Hıristiyanlardan ibaretti. Kostantin, bunlara bir cemile olmak için sancaklarına salip taktırmış, kendilerine vicdan hürriyeti vermiş, kendisi de resmen Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Kostantin, İznik’teki ilk meclisi ruhaniyi tertip ederek Hıristiyanların “Aryos” mezhebini rafıziIikle mahkum etmiş, Hıristiyanların Pazar günlerinde meşguliyeti terketmeleri de bu mecliste karar altına alınmıştır.

Aryos, İskenderiye piskoposu idi, vahdaniyeti Nahiyeye kail idi, Hazreti İsa’nın – haşa – Allah’ın aynı olup onunla hem cisim ve kadim olduğu itikadını red eylemekte idi. Bu mezhep, miladın üçüncü asrına yakın bir zamanda teessüs etmişti.

Miladın beşinci asrına doğru da tasvir şikenler adında bir mezhep daha zuhur etmiş idi ki, bu mezhep müntesibleri, tasvirlere ibadetin putperestlikten farkı olmadığına kail idiler. Bu cihetle kiliselerdeki bütün tasvirleri kırıp imha etmişlerdi. Bu mezhep sekizinci asra doğru ziyadesiyle kuvvet bulmuş, 730 senesinde İstanbul’da akdedilen bir meclisi ruhani de resmen kabul edilmişti.

Papa ile kendisine tabi olanlar ise tasvirlere ibadeti iltizam ve müdafaa edegelmişlerdir. Binaenaleyh Roma ahalisi bu yeni mezhebe karşı isyan ederek şark kilisesini tanımaz olmuşlar, papayı kendilerine reis intihap etmişlerdi.

Bilahare birçok mücadelelerden sonra şarki Romada 782 ve 842 miladı senelerinde mün’akit olan ruhani meclisler karariyle bu mezhep şarki Romada da fesh edilmiş ve git gide müntesibleri kalmamıştır.

13-) Büyük Kostantin vefat ederken hükümetini üç oğlu arasında taksim etmişti. Bu kardeşler arasında rekabet saikasıyla muharebeler zuhur etmiş, neticede iki kardeş vefat edip “Konstans” adındaki kardeş 350 senei miladiyesinde bütün Roma imparatorluğuna sahip olmuştu.

Konstans, Romadan ayrılmadığı gibi ondan sonraki Roma hükümdarları da Romadan ayrılmamışlardır. Ancak 394 miladi senesinde müstakillen Roma imparatoru olan birinci “Teodos” ise ülkesinin genişliğine binaen Romadan idaresine kabil görmeyerek Roma imparatorluğunu biri garbi, diğeri de şarki olmak üzere iki kısma ayırmış, bunları oğulları “Arkadius” ile “Honorius” arasında taksim etmiş, Honorius garbi Roma imparatoru, Arkadius da şarki Roma, yani Bizans imparatoru olmuştur.

Ayasofyanın yeniden ikinci banisi olan ve Roma kanunlarını toplayarak kendi adına izafe eyleyen “Jüstinyen” zamanındaki, 527 – 565 tarihi midalidisen müsadiftir, şarki Roma imparatorluğu en ziyade kuvvet ve ihtişam sahibi olmuş, Romayı da nüfuzu altına almış idi. Bilahare mezhep münazaaları başlamış, Bizans ile Roma ruhani reisleri arasında rekabet ve tefevvuk duyguları yüz göstermiş, şark ve garp kiliseleri biri birinden ayrılmış, bu iki kilise biribirini tanımaz olmuştu.

Romalılar, umumi manasına olan Katolik mezhebini, şark kilisesi de sahih itikat manasına olan Ortodoks mezhebini ihtiyar etmiştir. Bilahare garbi Roma imparatorluğu birçok hailelerden dolayı müteaddid hükümetlere ayrılarak münkariz olmuştur. Şarki Roma ise müstahkem kalelere malik olmakla harici hücumlara mukavemet ederek İstanbul’un Sultan Fatih tarafından fethine kadar düşe kalka yaşayabilmiştir.

Velhasıl : İstanbul’un Kostantin şehri haline geçmesi miladın 330 uncu senesine müsadiftir. Bu şehrin Roma şarki imparatorluğuna merkez olmasıda 395 tarihine tesadüf eder.

14-) Tataristan kavimlerinden olan “Avarlar” miladın 557 nci tarihinde Volga ve Don nehirlerini geçip Tuna sahillerine gelmişler, 593 senesinde Kostantiniye Rum imparatorlariyle muharebe etmişler ve miladın 626 tarihinde Kisra ile ittifak ederek Kostantiniye üzerine hücumda bulunmuşlar ise de reisleri olan “Bayan” İstanbul’un surları haricinde imparator Hırakliyos tarafından mağlup edilmiştir. 


15-) Sakalibe tayfası 283 tarihi hicrisinde Kostantiniyeyi muhasara ederek ahalisinden birçok kimseleri öldürmüşler, birçok yerleri harap etmişlerdir. Rum hükümdarı Halas çaresini bulamadığından yanında bulunan bir kısım müslüman esirlerini silahlandırarak Sakalibe üzerine sevk etmiştir. Bu kahramanlar, Sakalibeyi mağlup edip onları Kostantiniyeden uzaklaştırdılar. Rum hükümdarı ise bu kahramanlığı görünce müslümanlardan korkmuş, ellerinden silahlarını alarak onlar beldelerine kağıtmıştır.Sakalibe, Bulgarlara verilen bir isimdir. Yahut Bulgaristan ile Kostantiniye arasında oturan bir kavim idi.

16-) Ruslar vaktiyle putperest bulunuyorlardı. 865 miladi senesinde Üçüncü Michel zamanında İstanbul’a hücum etmişler, Boğaziçi cihetini istila ederek rastgeldikleri papazları çarmıha germişler, kafalarına uzun çiviler çakmışlardı.

Bilahare 904 miladi senesinde altıncı Leon zamanında İstanbul’a tekrar hücum da bulunmuşlardır, 936 tarihinde de birinci Romen zamanında şehri muhasara eden bir Rus donanması, Rum ateşi ile tahrip edilmiştir.

Ruslar 1043 tarihinde de onuncu Kostantin zamanında İstanbul’a tekrar hücum etmişlerse de mağlup olup onbeş bin neferleri zayi olmuştur. İbni Esir tarihinden yazıldığına göre Ruslar ikinci defa olarak 435 tarihi hicrisinde denizyolu ile Kostantiniyeye gelerek rum hükümdarına adetlerine muhalif tekliflerde bulundular. Bunun üzerine Rumlar – Ruslar ile muharebeye başladılar. Rus gemilerini ateşlediler, birçok Rus helak oldu. Karaya çıkmış olan Ruslar da münhezim oldular. Kimisi esir düştü, kimisi de kahren elde edilerek sağ elleri kesildi, şehirlerde dolaştırıldılar. Bunlardan pek az kimse kurtulabilmiştir.

17-) Şimali kavimlerden “Varek” denilen bir taifede miladin 865 tarihinden 1034 tarihine kadar defeat ile Kostantiniyeye musallat olmuştur. Rum imparatorları bunlara güç bir halde mukavemet ederek hakimiyetlerini idame edebilmişlerdir.

18-) Macarlar 959 senei miladiyesinde İstanbul’un surlarına kadar gelmişlerdi, birinci Romen tarafından püskürtüldükleri cihetle hücumları neticesiz kalmıştır.

19-) Bir Venedik donanması 1302 miladi senesinde ikinci Andironik Paleoloğ zamanında İstanbul’a hücum etmiştir.

20-) Galatada oturan Cenevizler, 1348 senesinde beşinci Jan Paleoloğ ile altıncı Jan Kantagüzel zamanında İstanbul’a hücum ettilerse de püskültüldüler. Yine Cenevizler 1437 senesinde şehre denizden hücum ettilerse de bir şey yapamadan def edildiler.

21-) İmparator sekizinci Jan Paleoloğun biraderi “Demetriyos” 1441 tarihinde İstanbul’a hücum etmiş idi. Fakat muvaffak olamamıştır.

22 – : Latin ve Frenk diye yad olunan bir kısım garp hıristiyanlarından müteşekkil ehli salip orduları Kudsi şerife giderken Kostantiniyeyi zabt etmişlerdi. Şöyle ki: Rum hükümdarı, kardeşinin gözlerini çıkartarak kendisini zindana atmıştı. Bu şahsın oğlu, hemşiresinin kocası ve Frenk hükümdarlarının büyüğü bulunan Alman kralı Filibe iltica etmiş, amcasından intikam almak emelinde bulunmuştu. Fakat Rum hükümdarı, bu orduya karşı cephe almış, aralarında 299 senesi Zilkadesinde muharebe vuku bulmuştu ki, miladın 1203 tarihine müsadiftir. Bunun üzerine Rumlar münhezim olmuş. Haçlılar ordusu şehre girmiştir.

Haçlılar, Kostantiniye ahalisini pek ziyade sıkıştırmış, kendilerinden birçok mal almış, hatta İsa Aleyhisselamın sureti namına yapılmış olan Haçların ve İncillerin üzerindeki tezyinatı da yağma etmişlerdir. Deniliyor ki, ehli Salibin üçyüz kadırgası Haliç önünde mevki almıştı. EhliSalib, büyük bir yangın esnasında şehre girmiş, imparator “Aleksi” firar etmiş, bunun kardeşi olan “İsak” hükümdar tayin edilmiş, bilahare bunun oğlu “Aleksi” imparator olarak Haçlılar ordusuna iltihal eylemiştir.

Rumlar, bu yeni imparatorun böyle latinlere temayülünden muğber olmuşlardı. Bir aralık bir cesaret göstererek Frenkleri şehir haricine atmış, şehrin kapılarını kapamış, imparator Aleksi ile babasını boğarak “Muzofla”yı imparator tayin eylemişlerdi. Bunun üzerine Frenkler şehri etrafında muhasır vaziyetinde kalmış, şehre hücum edip durmakta bulunmuşlardı.

Rumlar, bu şiddetli muhasara karşısında çok zayıf kalmış, Konya hakimi Sultan Rüknüttin Süleyman ibni Kılınç Arslana haber göndererek ondan istimdat da bulunmuşlardı. Fakat bu imdat kabil olmamıştı.

Muhasırlar, otuzbine yakın bulunuyorlardı. Nihâyet şehrin bir kısmını ateşlediler ve şehre girerek ahalisini üçgün kılıçtan geçirdiler. Ellerinde İnciller, Haçlar olduğu halde aman dileyen rahipleri, papazları bile Frenkler asla iltifat etmeyip kati ve emsali görülmemiş bir surette yağmaya devam ettiler. Bu hadise 1204 senei
miladiyesine müsadiftir.Haçlılar ordusu, üç hükümdarın kuvvetlerinden müteşekkil
idi. Bunlardan “Budoin” adındaki birisi kur’a ile Kostantiniye
hükümdarı tayin edilmiştir.



Bu inkılap neticesinde Rum patriği beşinci Mihal, İznike
giderek orada dini riyasetine devam etmiştir. Bizans rumlarının bir kısmı derhal istiklallerini ilan ederek Kostantiniyenin yeni hükümetini tanımamış,
Murada, Trabzonda ve bilhassa İznikte müstakil hükümetler kurmuşlardır. Bunlar latinler ile uğraşmadan geri kalmadılar.
Nihâyet İznikte hükümet süren “Sekizinci Mihal Paleoloğ” 1261 senei miladiyesinde Kostantiniyeyi latinlerden istirdat edebilmiştir.

İstanbul’un müslüman araplar tarafından muhasarası ve İstanbul’da eshabı kiramdan bazı zevatın makamları

1-) Kostantiniye şehri Hazreti Osman, Radiyallahu Taala Anhin hilafeti zamanında Şam valisi bulunan Hazreti Muaviye Radiyallahu Taala Anh tarafından 32 senei hicriyesinde muhasara edilmiştir. Hazreti Muaviyenin ordusu, İstanbul havalisinde rumlar ile muharebe yapmış, bilahare avdet eylemiştir.

2-) Kostantiniye, Hazreti Muaviyenin hilafeti zamanında da Sufyan İbni Avf kumandasında bulunan bir İslam ordusu tarafından muhasara olunmuştur. Bu orduya bilahare Hazreti Muaviyenin oğlu Yezid de 4000 kişilik bir kuvvetle iltihak etmiştir. Bu kuvvet arasında eshabı kiramdan Halid İbni Zeyd (Ebu Eyyub el ensari), Radiyallahu Teala Anh de bulunuyordu. Bu muhasara bahren ve berren yapılmış, bu esnada bir çok İslam mücahitleri şehit düşmüştür. O zaman kaleleri tahrip edecek mükemmel toplar mevcut olmadığından şehrin kolaylıkla ve az bir zaman zarfında elde edilebileceği umulamazdı. Binaenaleyh İslam ordusu, bu harbin fazla devam edeceğini nazara alarak kendi yurtlarına avdet etmişlerdir.

İstanbulun bu muhasarası 49 hicri ve 675 miladi tarihine müsadiftir.

Bu muhasarada esbahı kiramdan İbni Abbas, İbni Züzeyir gibi bir kısım zevatı aliyede mevcut bulunmuştur. Hatta rivayete nazaran bu muhasara esnasında eshabı kiramdan yirmiyedi veya onyedi zat şehit düşmüştür. Bu zatlara izafe edilen bir kısım merkadler leyevm mevcuttur.

Halid ibni Zeyd Hazretleri (Eyüp Sultan Hazretleri) de bu muhasara sırasında ishalden vefat edip vasiyetine mebni İstanbul suru haricinde bulunan türbesine 50 tarihinde tevdi olunmuştur. Burası o tarihten itibaren müslümanların bir mübarek ziyaretgahıdır.

Rivayate nazaran Fatih Sultan, Hazreti Halid’in bilahare meçhul kalmış olan türbesini Şeyh Ak Şemseddin Hazretlerinin delaletiyle bularak orasını yeniden bir ziyaretgah haline getirmiştir.

Fakat büyük alim ve muhaddis Bedrüddin Mahmud Ayninin meşhur tarihinde yazıldığına nazaran Hazreti Halidin türbesi öteden beri İstanbul’un suru haricinde muayyen bir ziyaretgah halinde bulunuyordu. Bu tarih ise İstanbul’un fethinden evvel yazılmıştır. Bedrüttin Ayni merhumun vefatı ise 762 tarihindedir.

Muhasara esnasında eshabı kiramdan şehit olan zevatın isimlerine ve makamlarına dair “Lügati tarihiye ve coğrafiye” de muharrer olan bir cetvel şu veçhiledir.

1- (Kab Radiyallahu Anh) Eyyupte Çınar nam mahallede beylik değirmen kurbinde.
2- (Ebüderda =) Eyyupte Zal Mahmut Paşa camii kurbinde.
3- (Muhammedül’ensari =) Abdülvedud mahallesinde Babülensar kurbinde.
4- (Abdüssadık Amir =) Eğrikapı haricinde makbere civarında.
5- (Hafir =) Eğrikapıda kapı arasında.
6- (Abdullahil’ensari =) Hace Kasım camii kurbinde.
7- (Abdüllahil, Hudri =) Eğrikapı dahilinde rum kilisesi civarında.
8- (Ebu Şeybetil’ Hudri =) Ayvansaray kapısı dahilinde.
9- (Hamdullahirensari =) Ayvansarayda Toklu dede civarında kale ittisalinde.
10- (Cabir =) Ayvansaray kapısı dahilinde cami derununda.
11- (Ebu Zerri Ciffari) Çınarlı çeşmede Valide camii haricinde.
12- (Şu’be =) Eğrikapı dahilinde Şişehane kurbinde.
13- (Ebu Saidilhudri =) Sultan Hamam civarında Kariye camii kurbinde.
14- (Abdullah İbnü Hişam =) Sultan Hamamı külhanı derununda.
15- (Amribni’as =) Kurşunlu mahzen camii = yer altı camii derununda.
16- (Vehb İbni Hüşeyre =) yer altı camii derununda.
17- (Üsame İbni Zeyd) Eğrikapı haricinde. 

(Radiyallahu Teala Anhüm Ecmain)

Bu zatlardan bir kısmının mübarek makbereleri sair beldelerde olduğu tercemei hallerine dair yazılmış kitaplarda mukayyeddir. Elılmü İndallah.

3-: Kostantiniye şehri emevilerinden Süleyman İbni Abdülmelikin zamanında da muhasara edilmiştir. Şöyle ki: 98 hicri ve 717 miladi senesinde Süleymanın kardeşi Meslemenin kumandasıyla İstanbul üzerine bir İslam ordusu sevk olunmuştur.

Kayser, İstanbul’u tahkim etmiş, mancınıklar kurmuş ve o zamanda mevcut olup sonraları unutulmuş olan bir nevi ateş tertibatı hazırlamış idi ki, bu ateş sönmez idi. Buna “rum ateşi” denilirdi. Meslemenin yüzyirmi bin askeri var idi. Anadoluyu yarıp ve birçok şehirleri feth edip Akdeniz Boğazına gelmiş, gemiler ile Geliboluya geçmiş, sahil yolu ile gelerek İstanbul’u muhasara etmişti. Rumlar nüfus başına senevi birer altın cizye vermek suretiyle sulha talip olmuşlar ise de Mesleme muvafakat etmemiştir.


Berrüşşam sahilinden çıkan diğer bir şam donanması ise Fransa sahillerinde dolaşan Mısır donanmasını da yanına alarak İstanbul’un önüne gelmiş idi. Müslümanlar Kostantiniyeye hem karadan, hem de denizden hücum edeceklerdi. Bu gemiler yüzer asker alabilecek bir hacimde olup, mecmuu binsekizyüz kıtadan ibaretti. Fakat rumlar o su ile sönmez ateşi parlatarak bu gemilerden bir çoğunu yakmışlardır. Kışta gelmişti. Mesleme müşkül bir durumda idi. Bahar gelince İslam ordusu yine harekete başladı. Bu sırada hilafet makamını ihraz eden Ömer ibni Abdülaziz tarafından da orduya zahire vesaire gönderilmişti. Bu sırada, İskenderiyeden dörtyüz, Afrikadan da üçyüz altmış İslam harp gemisi gelip İstanbul’un önünde görünmeye başlamıştır. Maalesef bu gemilerin bir kısmı yine o ateş yüzünden yanıp battı. Rumi ara Frenkler tarafından imdat gelmekte olduğu da şayi oldu. Ömer ibni Abdülaziz ise Meslemeye avdet (dönme) emri vermişti.  Mesleme, aldığı bu emir üzerine onüç aydan beri muhasara etmekte bulunduğu İstanbul’u terkedip Gelibolu boğazından Şam’a avdet etmiştir.

Mesleme, muhasara esnasında dağlar misili zahire bulundurmuş, bunların bir kısmını harp sahası civarında ektirmiş, bir kısmı ile de askerini iaşede bulunmuştu. Bir aralık düşmana şiddetli bir hücum ile muzafferiyeti elde edeceğini ihsas için yanında bulunan zahireleri yaktırmış, bu yüzden ordusu bir hayli müzayeka içinde kalmıştır. Rivayete nazaran Galatadaki arap camii bu muhasara esnasında yaptırılmış veya kiliseden camie tahvil edilmiştir.

4-) Kostantiniye şehri Hişam zamanında Seyyid Battal Gazi tarafından da muhasara edilmiştir ki, 121 hicri ve 739 miladi tarihine müsadiftir.

Battal Gazinin bu muhareber esnasında şehit olduğu mervidir. Bursa vilâyetinin Eskişehir kazasında kendisine izafe edilen bir kabir keşfedilmiştir. Türbesi Selçukilerden hükümdar Alaaddinin validesi tarafından yaptırılmıştır.Hişamın zamanında rumlardan Anadolu cihetinde birçok yerler alınmıştır. Fakat Kostantiniyenin fethi nasip olmamıştır.

5-) Kostantiniye, Abbasilerden Muhammed Mehdi devrinde oğlu Harunurreşid tarafından da muhasara edilmiştir.  Harunurreşid, rumlara karşı Anadoluda şanlı muharebeler yapmış, Üsküdara kadar gelmiştir. Muhammed Mehdinin vefatı 169 tarihindedir.

6-) Kostantiniyenin muhasarası, Harunurreşidin hilafeti zamanında Ebu Melik tarafından da vuku bulmuştur.

Harunurreşid, kendi hakimiyeti zamanında rum imparatoru Tekforu karşı üç defa harp açmış, büyük muzafferiyetler kazanmış, Ereyliye kadar bir hayli yerler zabtetmiş, rum hükümetini senevi muayyen bir cizyeye tabi tutmuştur.  İstanbul rehberinde yazıldığına göre Harunurreşidin emri altında gelen araplar, Kostantiniyeyi dört ay muhasaradan sonra musaleha akdederek, avdet etmişlerdir. Fakat imparator nakzı ahd etmekle Harunurreşid tekrar gelmiş, matlubuna vasıl olduktan sonra muğtenimen avdet etmiştir. Harunurreşidin vefatı 193 senesindedir. Bu zatın dairei nüfuzu Kafkas dağlarından Bahri muhiti hindiye, Afrikai vüs’taya ve Çin hududundan Bahri muhiti Atlasiye kadar tevessü etmiştir. Bazı müverrihlere göre gerek Abbasi halifeler ve gerek selçuk hükümdarları rum imparatorlarıyla biddefat muharebelerde bulunmuşlar ise de bunlar Kostantiniyeyi muhasara etmemişlerdir.

Ortaköy Cami

İstanbul’un müslüman Türkler tarafından muhasaraları

1-) Sultan Yıldırım Bayezid, İstanbul’u iki defa muhasara ve tazyik etmiştir: Şöyle ki :

Yıldırım Bayezid zamanında Bizans hükümdarı Jan Paleoloğ ile oğlu Andironik ve torunu arasında ihtilaf zuhur etmişti. Hükümdarın bu oğlu ile torununun müracaatları üzerien Yıldırım Bayezid, bir eyaletten ibaret kalmış olan Bizans ülkesine altıbin süvari ve dörtbin piyade ile varmış, Jan ile diğer oğlu Manoeli saraylarından çıkarıp zindana atmış, Andironikosu Kostantiniye tahtına oturtturmuştur. Andironikos, Yıldırım’a senevi birkaç kantar altın ve gümüş vermeyi va’d etmişti. Bilahare ihtiyar Janın istirhamı üzerine Yıldırım Bayezid, Janı tekrar hürriyetine kavuşturmuş, Janın niyabetini de haiz olmak üzere Manoelin imparatorluk tahtına oturmasına muavenet eylemiştir.

Jan Paleoloğ, gördüğü bu lütuf ve muavenet üzerine Manoelin deruhte ettiği vergiden başka her senenin ilk baharında süvari ve piyade olarak oniki bin asker tedarik ve takdimini ve kendisinin her sene arzı ubudiyet için zati şahaneyi ziyarete gideceğini ve devleti aliyenin dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman olmasını deruhte eylemişti.  İhtiyar Jan, bu hadiseden sonra İstanbul şehrinin etrafını bir kat daha istihkam ile takviye etmiş, hatta lüzumu kadar taş bulamadığı için üç büyük kiliseyi yıkarak taşlarını kullanmıştır. Yıldırım Bayezid bu keyfiyetten haberdar olunca şiddetli bir emir vermiş, bu istihkamları yıktırmış, Jan da kederinden ölmüştür. Janın oğlu Manoel, Bursada Yıldırım Hanın maiyetinde bulunuyordu, babasının ölümünü haber alınca gizlice İstanbul’a dönmüştü.  Sultan Bayezid, Manoelin bu firarından kızmış, kendisine bir zabıt göndererek İstanbul’da limaslahatın bulunan ehli islamın vuku bulacak davaları için hıristiyan mahkemelerine müracaatları caiz olmadığından bundan sonra o misilli davaların devleti aliye tarafından mensup bir kadı huzurunda rüyet olunmasını ve müslümanlar için mevcut kiliselerden birinin camie tahvil edilmesini teklif etmiş, aksi takdirde şehrin geçitlerini o taraflarda bulunan Osmanlı askerleriyle kapatacağını bildirmişti.  Yıldırım Han, bu teklife ademi muvafakat cevabını alınca o cihette bulunan Osmanlı askerleri, Pandosdan İstanbul’un surlarına kadar
köyleri vurup ahalisini esir almış, şehrin hariçle olan ihtilatım men eylemiştir. Bu hadise 784 senei hicriyesine müsadiftir.  Yıldırım Bayezid Han, 796 senesinde de bugün Anadolu hisarı denilen güzelce hisarı yaptırmış, bu suretle Boğaziçine hakimiyetini temin ederek İstanbul’un fethine bir mukaddime hazırlamıştır.


Sultan Bayezid, 797 senesinde Edirneden asker toplayarak İstanbul’u muhasara altına almıştır. Fakat Macar Kralı Yıldırımı bu azminden vazgeçirmek için yüzbinden ziyade askerden müteşekkil bir müttefikler ordusu tedarik ederek Niğbolu kalesini muhasara etmiş, bunun üzerine Yıldırım Bayezid, İstanbul muhasarasını terk ile Niğbolu tarafına koşmuş, düşman ordularını hezimete uğratmıştır. Yıldırım Bayezid Han 799 senesinde İstanbul’u bizzat muhasara etmiştir. Buna sebep de Bayezid Han sayesinde kayser olan Andikonikonun oğlu Janın müslümanlar üzerine garpteki Haçlı ordularının hücumlarına sebebiyet vermekte olması bulunmuştur.  Bu muhasara üzerine Kayser, senevi onbin altın vergi vermek ve İstanbul hisarı için de bir İslam mahallesi tesis etmek, burada Türkmen muhacirlerinin oturmalarına ve bu mahalle müslümanları için; imam, müezzin ve kadı tayin edilmesine muvafakat eylemek şartıyla sulh ricasında bulunduğundan bu şeraitle muhasara kaldırılmıştır.

Bu muhasaranın kaldırılmasına Timurlenkin Anadoluda zuhur etmesi veya Sadrazam Ali Paşanın Kayserden rüşvet almış olması da sebep gösterilmektedir. Filhakika Sultan Bayezid, İstanbul’un fethini kuvvei
karibeye getirmişti. Timur vak’ası buna mani olmuştur. Timur vak’ası, Osmanlı devletini zayıf düşürdü. Bundan
istifade eden Bizanslılar, İstanbul’da bulunan bütün müslümanları şehri terke mecbur tutmuş, şehirden çıkıp muhacerette bulunan müslümanların en büyük
kısmını yollarda şehit etmişlerdir.



2-) İstanbul Kayseri, Sultan Yıldırım Bayezidin şehzadelerinden Musa Çelebiye ahden
vadetmiş olduğu vergiyi bir hayli zamandan beri vermemiş, bununla beraber münasebetsiz cevaplarda da bulunmuştur. Bunun üzerine
Musa Çelebi, İstanbul’u muhasara etmiştir. Fakat kardeşi Çelebi Sultan Mehmedin Kaysere müzaheret etmeğe teşebbüsü bu
muhasaranın 814 = 1411 tarihinde kaldırılmasına sebebiyet vermiştir.


3-) İstanbul şehri İkinci Sultan Murat Han tarafından da yirmibin kişiden fazla bir
ordu ile muhasara edilmiştir. 
Kayser, Düzme Mustafayı İstanbul’a davet edip. Sultan Murat
üzerine saldırmak istemişti. Bunun için Sultan Murat, bu muhasara ile Kayserden intikam almak istemiştir. Fakat bu esnada BizanslIların teşvikiyle
Sultan Murat’ın kardeşi küçük Mustafa’nın isyanı vuku bulmuş, Karaman ve Cermeyan beyleri de ordularıyla Bursa civarına gelmişlerdi.
Bu yüzden muhasara kaldırılmış, Bizanslılar ile bir musaleha yapılmıştı.Bu musalehaya mebni BizanslIlar, her sene otuzbin Düka
altına vereceklerdi. İstanbul’un civarındaki bazı kazalarıda devleti aliyeye bırakmışlardı. Bu musaleha 827 hicri ve 1424 miladi tarihine
müsadiftir. Sultan Murat, İstanbul’un fethi istidadını temin etmiş ve
mahdumu Sultan Muhammede yazdığı bir vasiyetnamede bu fethi tavsiyede, 
buna teşvikte bulunmuştur.

4-) İstanbul’un son muhasarası ve fethi ikinci Sultan Mehmet Hana nasip olmuştur. Şöyle ki: İkinci Sultan Muhammed, öteden beri İstanbul’u feth etmediği bir gaye edinmişti. Bu hususta vükelasının ve ezcümle Sadrazam Halil Paşanın gayret bezletmelerine tavsiye etmiş, şehrin nasıl muhasara ve müdafaa edileceğine dair mütehassıs kimselerden malumat almıştı.
İstanbul tarihi hakkında, bazı bilgiler

İstanbul’un muhasarasında bulunan yüksek simalar

İstanbul’un muhasarası, şiddetle devam ediyor, kanlar dökülüyor, henüz zafer nişanesi görülemiyordu. Bu sırada kurulan bir divanı hümayun BizanslIlara hariçten imdat gelmekte olduğu da söyleniyordu. Muhasaranın bir sulha rabt edilerek kaldırılmasını mülahaza edenler de bulunmuştu. Fakat bu muhasarada ulemai benamdan, mezınnei kiramdan yetmişyedi kadar zat var idi. Ak Şemseddin, Sivaslı Kara Ali, Ansar Dede, Hatip zade, Molla Hace Hayrüddin, Molla Siracüddin Mehmet Çelebi gibi yüksek simalar bu cümledendir.

Bu mübarek zatlar, İstanbul’un müslümanlar tarafından herhalde fethedileceğini (Letüftehannel kostantiniyete..) hadisi şerifine istinaden söylüyor, bu şerefe Sultan Muhammedi Saninin mazhar olmasını temenni ediyorlardı. Hatta “Beldetün Tayyibetün” nazmi karanisinin bu fethe tarih düşeceğini Ak Şemseddin hazretleri haber veriyordu.

Evet bu kıymetli zatlar, müsaleha temayülüne mani oluyor, askerlerin kuvvei maneviyesini tezyide çalışıyor, bu kahramanlara hitap ederek: “Ne mutlu sîzlere!.” peygamberi ali şanımızın medhine liyakat kazanmış olacaksınız” diye onları harbe, fedakarlığa teşvikte bulunuyor, nusreti Nahiyenin tecellesi için dualarda, niyazlarda bulunup duruyorlardı.

Bahtiyar Fatih! Böyle maddi ve manevi kuvvetleri cem etmiş, o sayede emeline nail olarak cihanda ebedi bir nam ve şeref kazanmaya namzet bulunmuştu.

İstanbul’da vücuda getirilen mabedler

İstanbul şehri, müslümanların büyük bir merkezi haline geldiği için burada müslümanlara mahsus birçok mabedlere ihtiyaç görülmüştü. Binaenaleyh Fatih Sultan bu ciheti de nazara almış, Rumlara kifayet edecek miktar kiliseleri kendilerine terketmiş, bunlardan yalnız sekizini camii şerife tahvil eylemiştir ki, bunların birincisi, Ayasofya mabedidir.

Fatih Hazretleri, bunlardan başka dört camii şerifi daha yaptırmıştır ki, birincisi kendi namına izafe olunan Fatih camii şerifidir.



İkincisi kadim Eyyüp camii şerifidir. Şimdiki cami şerifi, üçüncü Sultan Selim yaptırmıştır. 


Üçüncüsü Fatih Maltada Şeyh Buhari namına nisbet olunan cami şeriftir. 


Dördüncüsü de Yeniçeriler için At meydanında inşa olunup elyevm münderis bulunan Ortacamii şerifidir.

Eski Fatih camii şerifinin birer şerefeli iki minaresi var imiş, bilahare harap olmakla üçüncü Sultan Mustafa tarafından şimdiki Fatih camii şerifi yaptırılmıştır ki, temeli 1181 hicri ve 1767 miladi tarihinde atılmış, 10 Muharrem 1185 ve 15 Nisan 1771 tarihinde resmi küşadı icra kılınmıştır.

İstanbul’da bilahare Selatini Osmaniye ve ricali hükümet tarafından daha birçok cevami şerife vücuda getirilmiştir ki, bunların başlıcaları şunlardır:

Tarihi teessüsü Adı
Hicri   Miladi 

868  1464  Mahmut paşa cami şerifi
870  1466  Murat paşa cami şerifi
890  1485  Davut paşa cami şerifi
902  1497  Atikali paşa cami şerifi
911  1506  Bayezid cami şerifi
926  1520  Piri paşa cami şerifi
939  1533  Sultan Selim cami şerifi
946  1539  Haseki cami şerifi
954  1548  Üsküdarda Mihriman cami şerifi
955  1549  Şehzade cami şerifi
958  1552  İbrahim cami şerifi
960  1555  Edirne kapısında Mihriman cami şerifi
964  1557  Süleymaniye cami şerifi
968  1561  Rüstem Paşa cami şerifi

979  1572  Sokullu Mehmet Paşa cami şerifi 

981  1578  Azap kapı cami şerifi
988  1581  Kılıç Ali Paşa cami şerifi
991  1584  Üsküdarda Atik valide cami şerifi
997  1589  Nişancı cami şerifi
998  1590  Ahmet paşa cami şerifi 

1012 1594 Cerrah paşa cami şerifi
1026 1617 Sultan Ahmet cami şerifi
1050 1640 Üsküdarda Çinili cami şerifi
1074 1664 Yeni cami cami şerifi
1120 1708 Üsküdarda Yeni valide cami şerifi
1147 1734 Hekimoğlu Ali paşa cami şerifi
1164 1752 Yer altı cami şerifi
1169 1756 Nuri Osmaniye cami şerifi
1177 1764 Laleli cami şerifi
1184 1770 Zeynep Sultan cami şerifi
1215 1800 Eyyüp Sultan cami şerifi
1367 1948 Şişli cami şerifi 

İstanbul’da evvel ve ahır kiliseden camii şerife tebdil edilmiş olan 18 mabed vardır ki, şunlardır: 

Büyük Ayasofya, Küçük Ayaşofya, Atik Mustafa Paşa camii. Toklu Dede mescidi, Ka’riye camii. Fethiye mescidi, Eski İmaret mescidi. Şeyh Süleymanı Hamidi mescidi. Zeyrek kilise camii. Timurcılar mescidi. Fenari İsa mescidi. Sekbah Başı mescidi. Kalenderhane mescidi. Kilise mescidi. Balaban Ağa mescidi. Mehmet paya mescidi. Mirahor camii. Mustafa paşa camii. Fethi celili Kostantiniyye.


Sultan Ahmet Cami Blue Mosque

İstanbul’da vücuda getirilen medreseler ve kütüphaneleri


Dini islamda milleti islamiyenin hayatını sıyanet, terakkisini temin edecek olan bir takım ulum ve fünunun tahsil edilmesi pek mültezemdir. Hatta bir nevi farzı kifayedir. Her müslümanın dini vazifelerini ifa edebilecek derecede malumat sahibi olması ise bir farzı ayındır. Bu cihetle müslümanlar ve bilhassa müslüman Türkler ötedenberi ulum ve fünuna, ve bilhassa dini ilimlere pek ziyade ehemmiyet vermiş, hakim oldukları yerlerde birçok medreseler, mektepler, kütüphaneler vücuda getirmişlerdir.

İşte Osmanlı Türkleri de Sultan Orhan zamanında ilk medreseyi 737 = 1337 tarihinde İznikde tesis etmiş, bunun müderresliğinde meşhur ulemadan Davudi Kayseri bulunmuştur.

Bilahare Bursa’da, Edirnede de müteaddit ilmi müesseseler vücuda getirilmiş, nihâyet İstanbul fethedilince ilk evvel Ayasofya ve Zeyrek medreseleri tesis edilmiş. Molla Hüsrev merhum Ayasofya medresesinde tedrisata başlamıştır.

Badehu Fatih camii şerifinin iki tarafında “Sahni seman”, “Kurşunlu medreseler” denilen sekiz medrese yaptırılmış, bunların inşaatı tamam olunca başlıca tedrisat bu medreselere nakledilmiştir.

İnşaatı 875 = 1470 tarihinde hitam bulan bu medreseler, teberrüken sekiz cennet kapısı adedince yapılmış, bunların arka hizalarında da “Musilei Sahn” ve “Tetümme” namı ile sekiz medrese daha yapılmıştır.

Talebei ulum, evvela bu tetümmelerde mebadii ulumu tahsil eder, mülazım namını alır, sonra Sahn medreselerine naklederek danişmend namı il yüksek tahsillerini ikmal ederlerdi.

Sahn medreseleri cidden birer fazilet, diyanet, ihtisas merkezi idi. Buralarda pek muktedir alimler tedrisatta bulunurdu. Fatih Sultan bunları vakit vakit ziyaret eder, derslerinde hazır bulunur, büyük bir iktidar gösteren müderrisleri pek ziyade taltif buyururdu.

Daha sonraları Osmanlı hükümdarları, vezirleri vesair servet sahipleri tarafından pekçok medreseler yaptırılmıştır. İstanbul’a her taraftan birçok talebei ulum gelip bu medreselerde ikamet eder, tahsillerine devam ederek usulen icazet alırlardı. İcazat alan talebei ulum, vakit vakit açılan Rüûs = Müderrislik imtahanma girer, muvaffakiyet kazananlar “Dersiam” namı ile müderris olur, Fatih, Bayezid Süleymaniye, Ayasofya gibi büyük camiler içinde sabahleyin ve ikindi namazından sonra umumi tedrisata devam ederlerdi. Her müderrisin başına birçok talebei ülûm toplanır, kendisinden on, on iki sene kadar ders okuyarak nihâyetinde icazetname alırlardı. Bu sayede birçok kıymetli ilim sahipleri yetişir. Memleketin her tarafına dağılır, dini, ilmi hizmetleri ifaya himmet ederlerdi.

İstanbul’da gerek talebei ulûme ve gerek sair mütelea erbabına yardım etmek, bir kolaylık göstermek için de birçok kütüphaneler vücuda getirilmiştir ki, başlıcaları şunlardır:

(1) Fatih kütüphanesi, 

(2) Feyzullah efendi kütüphanesi, 
(3) Ragıp paşa kütüphanesi 
(4) Köprülü Mehmet paşa kütüphanesi 
(5) Şehit Ali paşa kütüphanesi, 
(6) Damat İbrahim paşa kütüphanesi, 
(7) Kılıç Ali paşa kütüphanesi 
(8) Hüsrev paşa kütüphanesi 
(9) Amuca Hüseyin paşa kütüphanesi 
(10) Şehzade Sultan Mehmet kütüphanesi 
(11) Hamidi evvel kütüphanesi 
(12) Pertevniyal kütüphanesi 
(13) Kazıasker kütüphanesi 
(14) Kadızade Mehmet efendi kütüphanesi 
(15) Esat efendi kütüphanesi 
(16) Veliyyüddin efendi kütüphanesi
(17) Yahya efendi kütüphanesi 
(18) Nazif efendi kütüphanesi 
(19) Mehmet Vehbi efendi kütüphanesi 
(20) Atıf efendi kütüphanesi 
(21) Enderüni Hümayun kütüphanesi 
(22) Ayasofya kütüphanesi 
(23) Nuriosmaniye kütüphanesi 
(24) Bayezid umum kütüphanesi 
(25) Yeni cami kütüphanesi 
(26) Aşir efendi kütüphanesi 
(27) Emiri efendi kütüphanesi 
(28) İsmail Hakkı efendi kütüphanesi 
(29) Mehmet Murat Molla kütüphanesi 
(30) Üsküdarda Selim Ağa kütüphanesi 
(31) Asarı atika kütüphanesi.


1327 senesine ait (Salnamei Devleti Aliyyei Osmaniye) de İstanbul’a mahsus elli dört kadar kütüphanenin tarihi teessüsüne, mehallerine, müesseselerinin isimlerine ve kitaplarının miktarına dair bir cetvel münderiçtir. Son zamanlarda bu kütüphanelerin bir miktarı tevhit edilmiş, bir miktarı da Süleymaniye medreselerine naklolunmuştur.  Sultan Fatih, İstanbul’da İmarethane, Hastahane, Tımarhane ve garipler için bir ikametgah da vücuda getirmişti.

Velhasıl : İkinci Sultan Muhammed Hazretleri, İstanbul’u şimdiki yaşayan milletlerin birinden değil, belki bu şehre bin seneden beri malik olup bilahare tarihe karışarak gitmiş olan Şarki Romalılardan alıp fethetmiş, pek harap bir hale gelmiş olan bu şehri adeta yeniden imar ve ihya etmiştir. Bu pek büyük fethin, o muvaffakiyetin şerefi başta Fatih Hazretleri olmak üzere hem ona, hem de bu şerifinde de hem bu fethi temine çalışan emir, hem de bufetihte hizmetleri sebkeden bütün İslam erleri medholunmuştur.

Bunun içindir ki: (Letüftehannel kostantiniye…) hadis-i şerifinde de hem bu fethi temine çalışan emir, hem de bufetihte hizmetleri sebkeden bütün İslam erleri medholunmuştur.Binaenaleyh bizler de hepsine hürmet eder, hepsinin ruhlarına kemali samimiyetle fatiha okuruz. Hak Teala Hazretleri hepsine rahmet etsin, hepsinin makamını cennet kılsın, amin.


Kaynak:  Ömer Nasuhi Bilmen, Sure-i feth tefsiri ve İstanbul’un tarihçesi, 1.mebhas 

Etiketler:

Paylaş:

Bizi Takip Edin
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore