Sadece Gerçek logo

Selefi, Şii, Vehhabi ve Ehl-i Sünnet Nedir?

Selefi, Şii, Vehhabi ve Ehl-i Sünnet Nedir

Şiilik

Batıl mezheplerden sadece birisidir. Mensubu olanlara Şii denir. Onlardan olmayan ama müslüman olanlara ” Sünni ” derler. Yani bunun bir manası da sünnete tabi olanlar demek. Oysa Sünni dedikleri kişilerin içinde, sadece bir kısmı gerçekten ehl-i sünnet vel cemaat’e mensuptur. Şiilerin diğer adı Rafızilerdir. Bununda bilinmesi gerektir. Geriye kalanlar ise Selefiler ve Vehhâbiler’dir. Aslında bu, bir kavram karmaşasıdır.

 



 

Geçmişten günümüze, bugün Şiilik; ” Sebeiyye, Kâmiliyye, Ulyaniyye, Süleymaniye, İmamiyye, İsmailiyye ” gibi sayılan, tam 22 fırkaya bölünmüş sapkın bir mezheptir. Şiiler, Hz. Ayşe annemize, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Muaviye efendilerimize, lanet ve hakaret ederler. Oysa sahabeden bir tanesine bile sövenin cehenneme gideceği, hadis-i şeriflerde sabittir. İran’da Hz. Ömer’i şehit eden mecusi Ebu Lü’lü adına türbe bile yapılmıştır. Rafızilik’te Kur’an’ı Kerim’in tam ve eksiksiz olduğuna inanmazlar. Rafızilerin Kur’an-ı Kerim’leri harekesizdir.

Vehhâbilik ve Selefilik

Ehl-i sünnet vel cemaatten farklıdır. bu İkisini ehl-i sünnetle karıştırmamak gerekir. Bugün bu kavram karmaşasının en çok yaşandığı ülkeler; Türkiye, Azerbaycan, Suriye, Irak, İran’dır.

Vehhâbilik

Kökeni çok eskide kalmış, ilminin çokluğuna rağmen doğrudan sapmış ve bid’at ehli olmuş olan İbni Teymiyye gibi birisine dayanmaktadır. Aslında Teymiyye’nin fikirleri, ondan daha önce yaşamış harici denilen zümrenin fikirleriyle neredeyse birdir. Hariciler, Hz. Muaviye ve Hz. Ali efendilerimizin ictihadlarını uygulamaya çalıştıkları dönemde çıkmış azılı bir gruptur. Bu azılı grup, hem Hz. Ali’yi, hem de Hz. Muaviye’ye kafir demiş ve onları şehit etme çalışmalarına girişmiş ve Hz. Ali efendimizi mescitte şehit etmişler, ancak Hz. Muaviye bu saldırıdan kurtulmayı başarmıştır. İşte hariciler bu kadar sapkın ve azgın bir fırkadır.

İbni Teymiyye hakkında, büyük alimlerden İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyruyor ki:

(İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.)

Kaynak: [Ed-Dürer-ül-Kamine]

Vehhabilik, her ne kadar kökenini yukarıdaki tarihsel ve dini argümanlardan almış olsa da, Vehhâbi ismiyle ve mezhep olarak İngilizlerin kurdurduğu bir mezheptir. Vehhâbiliğin kurucusu Muhammed bin Abdülvehhab, yazdığı kitaplarıyla ve bozuk düşünceleriyle köylüler ve Der’iyye ahalisini ve bunların reislerini aldatıp, saptırdı. Vehhâbilik ismini verdiği fikirlerini kabul edenlere “Vehhâbi” ve “Necdî” denir. Vehhâbilik daha sonraları dini ve siyasi görüş olarak Arabistan Yarımadasına hâkim oldu. Bunlar Rasulullah’ın sünnetine muhaliftir, referansımız sadece Kur’an’dır derler. Hadis-i şerifleri yok sayarlar. Türbe düşmanıdırlar vs. vs.

Selefilik ve Selef-i Salihin

Selefilik ve Selef-i Salihin başlıklarını ayrı ayrı anlatmak bağlantı kopukluğuna sebep olabileceği için, aynı başlık altında toplandı. Öncelikle Selef-i Salihin denilen zümre; İslamiyet’in erken dönem Müslümanlarına verilen ismin genel adıdır.

Selef-i salihin üç kısma ayrılır;

* Peygamber efendimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) sohbetinde ve yanında bulunan sahabeler, birinci zümredir. 

* Sahabelerin yanında bulunan ve onların sohbetlerinde bulunarak ilim öğrenenlere Tâbiîn denir, bu da ikinci zümredir.

* Bir de daha sonra gelerek Tâbiîn zümresine tabi olan ve Tâbiîn zümresinin sohbetlerinde bulunan ve onlardan ilim öğrenen Tebe-i tâbiîn zümresi vardır, bu da üçüncü zümredir. 



Bunların hepsi başımızın tacıdır. Onlar, karanlık ve dolunaysız bir gecede denizde yolunu kaybeden ve pusulası olmayanlar için, bir deniz feneri misalidir. İslam dinini nakil yoluyla ve en güzel biçimde yaşamaya gayret ederek, bize ulaştırmış kişilerdir. Allah onlardan razı olsun.Ancak günümüzde kendilerini ” Selefi ” diye adlandıran zümre;* İtikadi manada sapıktır. Allah’ın yukarıda olduğuna inanırlar, türbe ve kabir düşmanıdırlar.

* İşine gelen hadis-i şerifleri kabul eder, işine gelmeyen hadisleri kabul etmezler, büyük müctehid imamların işine gelen ictihadlarını, yani Kur’an ve hadislerden çıkardıkları hükmü alırlar, işine gelmezse almazlar.

Oysa ictihad kapısı kapanmıştır. Artık herkes, dört hak mezhep olan Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerinden birisine uymak zorundadır. Aksi halde, bid’at ehli olur. Oysa Selefi zihniyetliler, Kur’an ve sünneti referans alarak, bilen veya bilmeyen herkesin ictihad yapacağını savunur ve kendileri de böyle amel ederler. Zaten işte tam burada dananın kuyruğu kopuyor ve sapıklığa düşüyorlar. Büyük âlimler ictihadları belirlemişler ve bize en doğru yolu bırakmışlardır. Onların bastığı toprak kadar değeri olmayan selefiler, o büyük âlimlerin Kur’an ve sünnete dayalı esaslarını beğenmiyor ve kendilerince sapıklıklar çıkarıyorlar.

Selefilik; tepki çeken Vehhâbiliğin kamufle olmuş ve biraz daha yumuşatılmış şeklidir. Ama sapıklık aynıdır. Kur’an ve sünneti kabul ederler, lakin dindeki dört delilden diğer ikisi olan, kıyas ve icma delillerini reddederler. Türbe ve kabir düşmanıdırlar. Tevessülü şirk sayarlar. Selefilik, Vehhâbiliğin daha yumuşatılmış halidir. Ama itikadi bakımdan birçok şeyleri aynıdır. Dolayısıyla bunlar da sapkın fırkadır. İkisinin de itikat ettikleri iman esasları aynıdır. İkisi de Allah’ın yukarıda olduğuna inanırlar. Oysa Allah, zaman ve mekândan münezzehtir. Böyle diyerek küfre düşüyorlar ama farkında değiller. Bu saçma ve küfür görüşlerini kabul ettirmek içinse, meşhur cariye hadisini öne sürüyor, ama açıklamasından bahsetmiyorlar. O hadis-i şerifin detaylı açıklaması için, bknz: http://goo.gl/ztG7fJ

İşte Selef-i Salihin ve Selefi denilen zümre burada ayrılıyorlar. Onlar sadece Selef-i Salihin adı verilen mübarekleri istismar ediyorlar. Tıpkı Şiilerin Hz. Ali efendimizi istismar ettikleri gibi…

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat

Kur’an-ı Kerim, Sünnet-i Seniyye, İcma-i Ümmet, Kıyas-ı Fukaha adlı dindeki dört delili de kabul eder. Hadis-i şeriflerde doğru ve tek kurtuluş fırkası olan, fırka-i naciye diye kaynaklarla belirtilen, Ehl-i Sünnet vel Cemaattir.

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) hadis-i şeriflerinde, Ehl-i sünnet vel cemaatin doğru fırka olduğunu belirtmiştir. işte o hadis-i şeriflere örnekler;

“İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç, bunların tamamı ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Benim ve ashabımın yolunda olanlardır.” (S. Tirmizî, Îman 18 )

Diğer bir hadis-i şerifte;

“Yahudiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardan da yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.” Sahabeler, “Yâ Resûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Resûlüllah (s.a.v.), “Cemaat” diye cevap verdi. (S.İbn-i Mâce, Fiten 17) buyrulmuştur.

Biraz daha bu hadisleri kaynaklarla açıklayalım;

Peygamber-i zîşân (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, ümmetinin başına gelecek hâdiseleri, mucizevi bir şekilde haber vermektedir. Hadis âlimleri, hadis-i şerifte geçen cennetlik olarak vasıflandırılan fırkadan maksadın, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olduğunu kaydetmektedir. Çünkü ifrat ve tefrit ortasında, itidal üzere Resûlüllah (s.a.v.)’ın ve ashab-ı kiramın yolunu takip etmeyi kendilerine şaşmaz ölçü edinenler, bu fırka mensuplarıdır.

Cehennemlik olan fırkalar ise, itikadi meselelerin birçoğunda, Ehl-i sünnete aykırı inançlarda bulunan mezheplerdir.

Kelam ilmiyle alakalı eserlerin en eskilerinden olan Sevâd-ı Â’zam’da, Hicrî dördüncü asrın başında yaşadığı tahmin edilen müellif Hâkim es-Semerkandî (rh.), yetmiş üç fırka meselesini ve Ehl-i Sünnetin neden fırka-i nâciye olduğunu açıklamaktadır. Ona göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin işaret buyurduğu yetmiş üç fırka şunlardır:

Ehl-i Sünnet bir, Haricîler on beş, Mu’tezile altı, Mürcie on iki, Şîîler otuz iki, Cehmiye, Neccâriye, Darrâriye, Kilâbiye birer, Müşebbihe üç fırka olmak üzere toplam yetmiş üç fırka eder. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimiz’in işaret ettiği fırkalar bunlardır. Bunların sadece bir tanesi ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet fırkasıdır. Diğerleri bid’atlarla ma’lûl olan mezheplerdir. (Sevâd-ı Â’zam, 52)

“Yetmiş üç fırkadan her biri, şeriata tâbi olduklarını iddia edip kendilerini necat bulan zümreden sayarlar. “… Her fırka, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.” Mü’minûn, 53 ayeti kerimesi onların bu halini tasdik eder. Hâlbuki Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin beyan buyurduğu fırka-i nâciyeyi, diğerlerinden ayıran delil, “Benim ve ashabımın yolunda olanlar” beyanıdır.

Şeriat sahibi Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin burada, sadece kendilerini anlatması kâfi iken ashabını da zikretmesi, ‘Benim yolum, ashabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu onların yoluna tâbi olmaya bağlıdır!’ manasınadır. İşte Resûlüllah Efendimiz bunu ilan etmektedir. Zirâ, ashabı kiramın yoluna tâbi olmadan, Resûlüllah (s.a.v.)’a tâbi olmak iddiası, boş bir davadır. Hatta böyle bir ittiba, hakikatte aynıyla Resûlüllah (s.a.v.)’a isyan sayılır.

Hâl böyle olunca, bu yolun yolcularına, necat bulmak nasıl mümkün olur? Şu ayet-i kerime bunların hâlini tam bir şekilde anlatır:

“Onlar, hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde doğru yolda, necatta olduklarını sanırlar. Gözünüzü açın ki, onlar, cidden yalancıların ta kendileridir.” (Mücadele Suresi, 18. Ayet)

Büyük alim İmam-ı Rabbani hazretleri ise Mektubat-ı Rabbani adlı eserinde, bu konuya şöyle değinir;

Hiç şüphe yoktur ki, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimizin ashabının yolunda daim olanlar, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat fırkasıdır. Allah Teâlâ bunların gayret ve çalışmalarını makbul eylesin. İşte fırka-i naciye bunlardır. ” (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 1/80)

Bid’at ehli her ne kadar ebedi cehennemlik olmasa bile küfre düşme ve imansız gitme ihtimali sürekli vardır. Yani bid’at ehlinin kafir ve müşriklerle arasında, hiçbir koruyucu perde yoktur. Teşbihte hata olmasın, onlar adeta küfür uçurumun kenarında gözü kapalı dolaşmaktadırlar. Onların, o küfür çukuruna düşmeleri an meselesidir. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz bazı isimler, reddettikleri kaideler yüzünden bid’at ehli statüsünden çıkmış, kâfir statüsünde bulunmaktadır

Allah, doğru yoldan ayırmasın, yanlışta olanlara da hidayet nasip eylesin. Amin…

Arif Yağyudan


Bu kavramlar hakkında daha fazla bilgi için, aşağıdaki konu başlıklarına göz atabilirsiniz;

Vehhâbilik nedir?: http://shar.es/MPdcR

Vehhâbi-İngiliz ilişkileri: http://shar.es/MPdJg

İbn-i Teymiyye kimdir?: http://goo.gl/xxqHql

Müctehid nedir?: http://goo.gl/7Yf5Nu

Kimler fetva verebilir?: http://goo.gl/2XpNKs

Sadece Kur’an mı?: http://goo.gl/mTponL

Mevdudi kimdir? http://shar.es/MPdIg

Seyyid Kutub kimdir? http://shar.es/MPd9P

Muhammed Abduh kimdir? http://shar.es/MPdTZ

Hepsi ve daha fazlası için:https://www.sadecegercek.net

Bizi Takip Edin
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore