Sadece Gerçek logo

Ayasofya hakkında bilinmeyen gerçekler

Ayasofya hakkında bilinmeyen gerçekler

Ayasofya Cumhurbaşkanlığı’na rağmen açılmıştır. Mahkeme sürecini takip eden, iddianameleri, savunmaları ve gerekçeli kararları okuyan, Cumhurbaşkanlığı’nın 2016’da davanın iptali konusunda verdiği savunma bile takip eden kişiler için ortadadır. Danıştay Ayasofya kararının tam metni, okumak isteyen herkes için ortadadır. Ayasofya usule uygun açılmadı ve zaman içinde tekrar kapatılması olasıdır. Başkan Erdoğan’da açılışı üstlenerek hem kahraman oldu, hem de İslam dünyasının hamisi olarak dünya sahnesine çıktı.

Türkiye’de bürokrasiye, devletin sinir merkezlerine çöreklenmiş, Türkiye’nin kuruluş zamanlarından bu yana gizli hanedan ailelerinin dış mihraklarla kurduğu bağlantılar sebebiyle açıldı. Türkiye’nin temelinde pagan-şaman kökenli hanedan üyeleri vardır. Bu tarih kitaplarında yazılmasa da hakikat araştırıldığında ortaya çıkacaktır. Fazla detaya girmek istemiyorum.

Ancak şöyle bir tehlike daha var. CIA’in içinde de ulusalcı ve bir de küreselci kanat bulunmakta. Ulusalcı kanatta küreselci kanatta BOP için, kontrollü hilafeti istemektedir. Ama sonrasında ayrıştığı noktalar var. Ulusalcı kanat Ortodoks Rusya’nın İstanbul’u işgal etmesi, Rusya ve Türkiye’yi savaştırmak için bu konuları istemekteyken, küreselci kanat, Ortadoğu ve Transkafkasya’yı Türkiye üzerinden dizayn etmek ve sömürmek istiyorlar.

Bir diğer ayrıştıkları nokta şu oldu. Küresel gücün ABD’den alınarak, paylaştırılması ve bölgesel güçler oluşturulması. İşte ABD’de ulusalcı kanat buna karşı çıktı. Ama küreselci kanat ise bunu hayata geçirmeye başladı. Küreselci kanat Türkiye’yi bölgesel güç yapma hazırlığına girişirken, savunma sanayisine izin verdi, Türkiye’nin önünü açtı. İHA ve SİHA’ları üretmesine, satmasına destek verdi. Hatta Azerbaycan savaşında İsrail bile Azerbaycan ve Türkiye tarafında saf tuttu. Ancak ABD’nin ulusalcı kesimi ise S-400 konusu sebebiyle de Türkiye’ye de tavrını koydu ve F-35’i vermedi.

Gelelim Türk Devletleri Teşkilatı’na…

Bu teşkilat, Turan ideolojisinin temeli sayılsa da istenilen turan hareketi için kurulmadı. Bu teşkilatın kuruluş niyetleri bir yana, küresel güçlerin yapmak istediği paganist, şamanist bir Türk birliği ve bölgesel gücü oluşturmak ve bu gücü İsrail ile dost ve müttefik hale getirmek. Ancak bu tarihsel süreç içerisinde İsrail devleti adı altında olmayabilir,  farklı ülke adıyla da olabilir.
Türk devletleri teşkilatı
Türk devletleri teşkilatı organizasyonu 11 Kasım 2022 – Semerkand
2016’dan sonra Türkiye NATO’dan çok Avrasyacılığa yanaşmaya başladığı açıkça görülmektedir. Bugün İsrail devletini kuran, adından söz ettiren birçok yahudi köken olarak Hazarlardan gelmektedir. Hazarlar öz benliğini kaybedip Museviliği kabul eden Türk kağanlığıdır. Aşkenazi Yahudileri bu kökten gelmektedir.

İlber Ortaylı ve Ayasofya açıklaması

İlber Ortaylı katılmış olduğu bir programda Müjdat Gezen’le birlikte Ayasofya’nın cami yapılması ve içinde namaz kılınmasıyla ilgili eleştirilerde bulunmuş ve Ayasofya’ya tuvalet yapımını eleştirmektedir. Kendisi bir tarihçi olarak olaya yaklaşsa da tarih üstü bir gerçek vardır. O da Ayasofya’nın tarih literatüründe de geçen Müslümanların kılıç hakkı olduğu gerçeği. Dolayısıyla Ayasofya Fatih Sultan Mehmet’in ordusuyla fethettiği İstanbul ile birlikte kılıç hakkıdır. Ayasofya’yı bizzat şahsi hazinesiyle donattıktan sonra kendisi vakıf malı yapmıştır. Ve Ayasofya’yı camiden başka bir hâle sokana da ağır bir bedduası vardır. Bakın kilise yapan, müze yapan diye ayırmamış, cami dışında aslından çıkarıp çevirenlere etmiş bu bedduayı. Gelin İlber Ortaylı ne diyor dinleyelim.

 

 

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. İlber Ortaylı’nın haklı olduğu kısımlar var mı elbette var. Nedir o kısım Ayasofya’ya kontrolsüz ve kısıtlamasız girişler. Ayasofya’da namaz devam etmeli, cami olarak ibadete açık olmalı fakat Ayasofya’ya girecek turist ve ibadet edecek insan sayısına sınırlama getirilmelidir. Orada ibadet edenlerden zarar gelmedi ama turist denilen bir tane hayvan, Ayasofya’nın kapısını kemirdi zamanında. Hatta o kişinin inancının Bahai olduğu bile iddia edildi. Bahailik nedir diye merak ediyorsan tıkla

Gelelim İlber Ortaylı ve Müjdat Gezen’in haksız olduğu kısma. Ayasofya sizin demenizle açılacak ya da kapanacak bir yer değildir. Müslümanların özellikle Türkiye’deki Müslümanların hakkıdır Ayasofya. Çoğunluk ise Ayasofya’nın cami olarak açılmasını ve ibadete açık olmasını istemektedir. O yüzden sizin tarih ya da sanat tarihi adı altında fikirleriniz size kalsın. Cami diyoruz elbette Cami’nin tuvaleti de olacak, sanki caminin içine tuvalet yapılmış gibi bir tepki de saçma. İnsanlar abdest alacak, namaz kılacak, elbette tuvalette olacak.

 

Zaten tuvaletler de çoktan yapıldı. İlber Ortaylı’nın bu açıklaması yeni mi eski mi bilmiyorum fakat bu açıklaması yeni gündem oldu. Bu yüzden bu konuya da değinmek gerekti. Ayasofya ve Kabe kıyaslaması ise cahillikten öte kötü bir niyet olarak görüyorum. Kabe zaten içinde namaz kılınacak bir yapı değildir. Oradaki ibadetlerin ekserisi etrafında yapılır, tavaf etrafında yapılır, namaz etrafında kılınır. Ama bu Kabe’nin küçük olmasından sebep değildir, orası dünyanın merkezidir çünkü.

Kabe ve Ayasofya kıyaslaması yanlıştır. Çünkü Kabe ile denk olacak İslami bir yapı olamaz, hatta o bahsettikleri SultanAhmet cami var ya Müjdat Gezen’in ağzını gere gere söylediği Blue Mosque, işte o cami bile Osmanlı tarihinin ilk ve tek 6 minareli camisidir. Hatta o zamana kadar en fazla 5 minareli cami varken 6 minare sadece Kabe’de vardı.

Peki sonra ne oldu? 6. minare Sultanahmet camine eklenince, halk tepki gösterdi, Şeyhülislam da fetva verdi ve Kabe ile hiçbir cami denk olamayacağı için bu 6. minare yıkıldı. Sonrasında Kabe’ye 7. minare eklendi ve Sultanahmet’e de 6. minare tekrar yapılarak eklendi. Burada yapılan hareketi absürt ve saçma bulabilirsiniz. Ama burada bir hassasiyet ve Kabe’nin hiçbir cami ile kıyaslanamayacağını göstermek içindir. Buna Kudüs’teki Mescid-i Aksa bile dahildir. Kabe çok başkadır. Kabe’nin tarihi insanlık tarihi ile birdir. Kabe’nin temel taşlarını melekler dizmiş, üstüne ilk yapıyı yapan da Hz.Adem olmuştur. Sonrasında Hz.İbrahim döneminde ve birçok dönemde yenilenmiş ve temel taşlarının üstüne sellerler yıkılan yapı tekrar yapılmıştır.

Sözün özü İlber Ortaylı tarih açısından cahil değil ama din açısından olabilir. İlber Ortaylı’nın söylemlerini ise tarih hassasiyetiyle söylediğine pek inanmıyorum ve kendisini iyi niyetten uzak görüyorum. Hocası Halil İnalcık evet “Tarihçilerin Kutbu” olarak anılır. Ama İslami bilgi bakımından o bile çok büyük eksikliğe ve bilgisizliğe sahip, hal böyle olunca, İslam’ı bilmeden Osmanlı’yı doğru anlamak ve doğru anlatmak mümkün değildir.

Ayasofya en başından beri bizimdi ! Nasıl mı ?

Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesi”nde; Ayasofya’nın Resulullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in doğum tarihi olan 571 miladi yılında geçirdiği bir depremden bahsedilirken, kubbesinin onarılışı ile ilgili şu ilginç rivayet göze çarpar:

“Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın doğduğu gece vuku bulan zelzeleden; Kisra sarayı, Kızıl elma ve Ayasofya’nın kubbesi yıkılmış idi. Bir müddet zaman geçtikten sonra Hızır Aleyhisselam’ın hatırlatması ile Bursa’da ikamet eden üç yüz keşiş, Rahib Bahira’nın öncülüğünde Mekke’ye geldiler. O zaman küçük yaşta olan Hazreti Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam’ın ağzından bir miktar tükürük ile, mübarek ellerinin suretini aldılar. Ebu Talib’in el yazısı ile ceylan derisi üzerine resmedilen bu suret, halen bir kutuda saklıdır. Velhasıl Peygamber (sallAllâhu aleyhi ve sellem’in) ağız suyundan ve Mekke’nin pak toprağından bir miktar alan papazlar İstanbul’a geldiler. Ayasofya’nın yıkık olan kısmını bununla tamir ettiler.

Peygambermiz Aleyhisselam’ın Tükürüğü ile yapılan yer, kubbenin kıble cihetinde, otuz iki nakışlı olarak halen bellidir. Bunu bilenler o yere nazar ettiklerinde: “Allâhümme salli ala Muhammed!” derler. Zira bu kısım, kubbenin diğer yerlerinden daha parlaktır. Fetihden sonra Fatih: “Bu kubbe Hazret-i Peygamberimizin (SallAllâhu aleyhi ve sellem) ağız suyu ile ayakta tutuldu!” diye, ta kubbenin ortasına zincir ile altın bir top asmıştır ki, bunun içi elli Rum kilesi buğday alır. Bu top altında Hızır’ın ara sıra salih müslümanlar ile buluştuğunu söylerler.”(1)

Ayasofya’nın Kubbesinde Hz. Muhammed’in tükürüğü

Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem dünyaya geldiğinde Medâyin’de Nuşirevan-ı Âdil’in tâk-i kisrası (köşkünün kubbesi) zelzeleden aşağıya göçtü. Acem vilayetinde ateşperestlerin ateşi söndü. Ayasofya’nın kubbesi çatladı. İmparator o kubbeyi tekrar yaptırdı ve her yaptırışında yıkıldı. Neticede âciz kaldılar ve rahipler ittifak edip imparatora gelerek durumu anlattılar: ‘Arap diyarında bir Peygamber zuhur etmiştir, adı Muhammed’dir, onun dünyaya gelmesiyle bu kubbe yıkılmıştır, derman ancak ondan gelir’ dediler. İmparator Herakliyus hemen itibarlı bir elçiyi hediyelerle Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gönderdi. Elçi mektupla varıp durumu bildirdi. Muhammed Mustafa (s.a.v.) ağız suyunu alıp güzel bir taşa sürdü ve elçiye verdi:

“BU TAŞI KUBBEYE KOYUNUZ” buyurdu. Elçi de taşı Herakliyus’a götürdü. Herakliyus taşı bina ustalarına verdi, onlar da kubbeyi yeni baştan inşa ederken bu taşı kubbeye yerleştirdiler. Kubbe bir daha yıkılmadı. (2)

Ayasofya rivayetleri bitmez !

Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarının, hem yükseliş hem de çöküş dönemlerine tanıklık eden, tarihinin en önemli dini eserlerinden biri olan Ayasofya; gerek Bizans gerekse Türk kaynaklı pek çok efsaneye konu olmuştu. Ancak günümüzdeki Ayasofya’nın. burada sapılan ilk kilise olduğunu düşünmek bizi yanıltır.

Tarihçi Sokrates’e göre 15 Şubat 360 tarihinde burada inşa edilen ilk kilise bir bazilikaydı ve eski bir Roma tapmağı üzerine kurulmuştu. M.S. 404’te sanan bazilikanın yerine yapılan İkincisi, imparator H. Theodosios döneminde 10 Ekim 415 yılında ibadete açıldı. 13 Ocak 532 yılındaki ünlü “Nika İsyanı”nda bütünüyle yanan kilisenin yerine, aynı yıl. İmparator I.Justinianos’un (Jüstinyen) emriyle günümüze kadar ayakta kalan Ayasofya’nın inşası başlatıldı.

Tarihçi Prokopios’a göre. Miletoslu Isidoros ve Trallesli Anthemios’un mimarlığını yaptığı kilisenin inşaatında: yüz ustabaşı, bin usta, on bin işçi çalışmış; Suriye. Mısır, Yunanistan ve Küçük Asya’dan gelen gemiler dolusu malzemeyle Ayasofya’nın inşaatı 5 yıl 10 ay ve 24 günde bitirilmişti. 27 Aralık 537’deki açılış törenine patrik Menas’la birlikte gelen imparator, yapının güzelliği karşısında şöyle demekten kendini alamamıştı: “Bana böyle bir kiliseyi saptırma şansı verdiği için Tanrıya şükürler olsun.”

Ayasofya ile ilgili Bizans efsanelerinden birinde ise. bu ünlü mabedin doğuşu gelecek kuşaklara şöyle aktarılıyordu:

“Justinianos Ayasofya’yı yaptırmak için en ünlü mimarları İstanbul’a davet etti, yaptıracağı kilise için birer taslak çizmelerini istedi. Ancak çizilen hiçbir taslak imparatoru tatmin etmedi. Bir gece üzgün ve umutsuz uykuya dalan Justinianos. bir rüya gördü. Ayasofya’nın kurulacağı arsada beliren nur yüzlü bir ihtiyar, sağına soluna bakmıyor, sonra da her köşede biraz durup bekliyordu. Nur yüzlü ihtiyarın yanına giden imparator, onun elindeki gümüş levhayı görünce şaşkınlığa düştü. Les’hanın üzerinde çizili olan kilise resmi, onun hayalini kurduğu mabet idi. Hemen tanrıya dua etmeye başlayan Justinianos’un yanına gelen garip ihtiyar, elindeki gümüş levhayı imparatora uzattı ve dedi ki ‘‘Al bu resmi Justinianos. kiliseni bu örneğe göre yaptır!”

Bizans efsanesi burada bitmez doğal olarak. İmparator, sevinçle tapınağın adım ne koyması gerektiğini sorunca “Ayasofya” der nur yüzlü garip ihtiyar ve anında kaybolur, imparator, sabahleyin kalkınca mimarım çağırır ve rüyasındaki mabedin resmini tarif ederek çizmelerini ister.

Efsane denilince sonu mu olurmuş? Mimarını şaşırtmak isteyen Justinianos, onlardan aldığı cevap karşısında kendisi şaşkınlığa düşer. Rüyasında gördüğü kilisenin tıpkı çizimini kendisine uzatan mimar; o gece bir rüya gördüğünü ve rüyasında gördüğü kilisenin resmini, unutmamak için sabaha kadar çalışıp kâğıda döktüğünü söyler. Ayasofya, işte bu rüyalardaki kilisedir!

İstanbul’un Müslümanlar tarafından fethinden sonra da pek çok efsaneye konu olmuştu bu yüce mabet. Evliya Çelebi’nin anlatılarına göre, Hazreti Muhammed’m doğduğu gece İstanbul’da büyük bir yer sarsıntısı olmuş ve Ayasofya’nın kubbesi yıkılmıştı. Bir süre sonra, ”Buhayra” adlı rahibin aracılık etmesiyle, bir rahipler kumlu Mekke’ye gitmiş, o zaman henüz küçük bir çocuk olan Hazreti Muhammed’ sallallahu aleyhi ve selllemin ağız suyundan alıp, zemzem suyu da katarak Mekke toprağı ile bir harç yaparak İstanbul’a geri dönmüşlerdi. Yıkılan kubbenin tamiri, işte bu Mekke’den getirilen harçla mümkün olmuştu.

Bunu biliyor muydunuz?

Mimar Sinan, Selimiye Camii’ni inşa ederken Ayasofya ile yarışmış mıydı? Daye-Zade Mustafa Efendi’nin 1717 yılında yazdığı esere göre, Sinan; yazdığı bir kitapta (Bu kitap bulunamamıştır), Selimiye’nin kubbesini Ayasofya’nın kubbesinden dört arşın daha büyük yaptığım ifade etmişti. Ancak yapılan ölçümler, Selimiye’nin kubbe çapının ortalama 31,305 metre, Ayasofya’nın kubbe çapının ise ortalama 33,8 metre olduğunu ortaya koymuştur.

M.S. 537’de tamamlanan Ayasofya’nın kubbesi, son kez 14. yüzyılda olmak üzere, dört defa kısmen veya önemli ölçüde çökmüş; her seferinde onarılarak bugünkü haline ve boyutlarına ulaştırılmıştır. Bu yıkılmalara neden olarak, ilk kubbenin aşırı yayvanlığı nedeniyle taşıyıcı filayaklanna (filpaye) yaptığı basıncın fazlalığının yanı sıra, kullanılan harem çok yavaş sertleşmesi ve payanda duvarlarının yetersizliği vb. gösterilmektedir. Bu etkiler, kubbe çapının büyümesine, dolayısıyla çatlayıp yıkılmasına neden olmuştur.

Yapılan basit hesaplar, Ayasofya’nm kubbesinin, bu büyümelerden önceki çapının 31,612 metre olması gerektiğini göstermektedir. Bu çaptan doğan kubbe çevresi ise 99,31 metre veya 318 Bizans ayağı uzunluğundadır. 318 sayısı ise, Latin ebced hesabıyla (Editörün notu: Eski Sami ve Finike alfabelerinde harflerden ayrı rakamlar yoktu. Rakam yerine her harfe bir sayısal değer verilmişti. İstenilen rakam bu harflerle yazılırdı. Bu gelenek, Finike alfabesinden türeyen Latin alfabelerinde Ortaçağa; Arap alfabesinde ise bugüne dek korundu.) Hz. İsa’nın karşılığıdır. Anlaşılan, mimarlar Antlıemios ve Isidoros, kubbenin çapında Hz. İsa’yı sembolize etmek istemişler.

Buna karşılık Selimiye’nin kubbe çapı 31,305 metredir; Osmanlı arşınında 24 adet olarak bulunan boğum cinsinden ifade edildiğinde, 990 boğuma eşit olduğu görülür. 990 sayısı, Osmanlı ebced hesabıyla Hz. Ali’nin karşılığı olan 110 ve Allah’ın karşılığı olan 66 sayılarını içermektedir, zira 990’ın karşılığı 15×66 veya 9×110’dur.

Mimar Sinan gibi bir dâhinin, Ayasofya’nın kubbesinin orijinal çapını hesaplayamamış olması düşünülemez. Çünkü, bu amaçla fil ayaklarının düşeyden yaptıkları sapmayı yerinde ölçerek bulması yeterli olurdu. Selimiye’nin kubbesinin, Ayasofya’nın kubbesinin orijinal çapına göre 31 cm. küçük olmasını Sinan’ın önemsemediği anlaşılıyor. Çünkü, bu önemsiz farkı isteseydi rahatça aşabilirdi. Hem aşmak hem de aynı zamanda Hz. Ali ile Allah’ı anabilmek için gerekli çap ise, ancak 41,70 metre çapında bir kubbe yapmakla mümkün olabilirdi. Bu kadar büyük bir kubbe yapmamayı göze almasını doğal karşılamak gerekiyor. Mimar Sinan sadece Allah’ın adını anmakla yetinseydi, Ayasofya’nın bugünkü çapını rahatça geçmiş olacaktı. 16×66=1056 boğum veya metre cinsinden 33,34 ! (3)

 
 
Kaynaklar

1- Evliya Çelebi Seyahatnamesi: c.1 , s.89
2- Yusuf b. Abdullâh, Tevârih-i Âl-i Osman
3- Focus dergisi, İstanbul efsaneleri eki, syf: 8,9,10

Etiketler:

Paylaş:

Bizi Takip Edin
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore