Sadece Gerçek logo

Sabetaycıların tarikatlara sızma ve bozma faaliyetleri

Sabetaycıların tarikatlara sızma ve bozma faaliyetleri

Sabetay Sevi’nin faaliyetleri ve Sabetaycılık nedir öğrenmek isteyenler, buraya tıklayarak temel bilgileri edinerek, sonrasında bu yazıyı okuyabilirler.

Sabetay Sevi, kısa bir süre sonra karısı Sarah’ın ölümünün ardından, Selanikli Yoheved adlı bir yahudi kadınla evlenir. Bu kadına Müslüman adı olarak Aişe adı verilir. Kayınpederi Yossef Pilosof, Abdülgafur adını, kayınbirâderi Yossef Kerido da Abdullah Yakup adını alır. Sabetay’ın ölümünden sonra onun mesihliğine inanan ve onun yolunda giderek zahiren müslüman olan ma’minler daha çok Selânik’te toplanırlar. Ancak onların önemli bir bölümü İzmir, Manisa ve Aydın civarına yerleşir.




Önceleri, kayınbiraderi Yakub’un liderliği yürütmeye çalıştığı cemaatte anlaşmazlıklar, bölünmeler husule gelir. Sabetay’ın Berat’ta ölümü üzerine Kayınpederi Abdülgafur oğulları ile Selanik’e gelir. Cemaatin ileri gelenlerinin bir bölümü Yakup Kerido’nun cemaatin başına geçmesini ister. Ve bu doğrultuda Cemaatin idaresini eline alır. Ancak koyduğu bazı yeni kurallar, bir kısım cemaat üyelerini rahasız eder. Özellikle, zahirde müslüman gözükmek için Hacc dâhil her türlü dini vecibenin yerine getirilmesi gerektiğini savunur. Buna Sofyalı Mustafa Çelebi’nin başını çektiği bir grup karşı çıkar. Bunlar Sabetay’ın öğretilerinde değişikliğin olamayacağını ileri sürerler. Yaklaşık 200 Sabetaycı ailenin önemli bir bölümü Mustafa Çelebî’nin saflarında yer alır. 1690 yılında Selanik’te Yakub’un evinde yapılan toplantı sırasında oluşan bir anlaşmazlık üzerine, Mustafa Çelebî’nin ayağa kalkarak “Beni seven arkamdan gelsin” demesinin ardından bu bölünme fiilen gerçekleşir. 43 Aile Yakub’a sadık kalır. Bunlara artık Yakubîler adı verilecekti. Diğerleri ayrılır.

Yakup Kerido yeni koyduğu prensipleri sıkı sıkıya uygulamak için Mustafa adlı bir bağlısıyla beraber Hacc’a bile gider Hacc yolculuğu esnasında Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir mevkide azgın bir devenin saldırısına uğrar. Bu devenin ayakları altında can verir. Kendisi Hicaz’da terk-i hayat eder ancak, arkadaşı Mustafa Hacı olarak Selanik’e döner. Yerine, nesli olmadığı için Hacc arkadaşı Hacı Mustafa bu grubun başına geçirilir.

Yakub Kerido’ya karşı gelerek cemaati bölen Sofyalı Mustafa Çelebî, Karakaşlar olarak adlandırılacak olan grubu kurmuş olur. Yakub’un grubundan ayrıldıktan 12 yıl sonra, 1702 yılında yeni reenkarnasyonu (reincarnation) içeren mistik yorumlara girişir. Mustafa Çelebi bu tarihte, Sabetay Sevi’nin ruhunun kendi taraftarlarından Abdurrahman adlı bir Sabetaycı’nın oğlu Osman’da tekrar tecessüm ettiğini iddia eder. Sözde Sabetay’ın ruhu bu çocuğa geçmişti. Bu şekilde Mustafa Çelebî, Osman’ı Sabetay’ın halefi olarak ilan eder. Sonra da 1716 yılında o sırada 40 yaşında olan Osman’ı Mesih olarak ilan eder. Bu durum Karakaş cemaati içinde tartışmalara neden olur. Cemaat içinden İbrahim Ağa adlı biri buna karşı çıkarak, Osman Ağa’nın Sabetay’ın temsilcisi olabileceğini, ancak Mesih olamayacağını söyler. Cemaat içinde ayrılıklar büyür. Ancak on yıl sonra 1726’da Osman Ağa ölür. Yerine oğlu Abdurrahman geçer. Ancak İbrahim Ağa bu gruptan kendi taraftarlarıyla birlikte tümden koparak, Kapancılar olarak nitelendirecek olan grubu kurar. İbrahim Ağa, Sabetay’ın öğretilerinin Sabetay’ın hayatta olduğu dönemlerdeki şekliyle korunmasını öngören fikirler ileri sürüp, bu yönde kurallar vaz’eder.

Sabetaycıların İslam’ın hak tarikatlarına sızma ve bozma faaliyetleri başlıyor

Uzun süre, Müslümanlarla ihtilat etmeden, gerek Selanik’te gerekse İzmir ve Manisa çevresinde daha çok izole bir hayat sürerler. Her ne kadar Yakubiler, müslümanlarla ihtilatı bir şekilde ön görse de bu pek fazla gerçekleşmez. Sabetaycılar, 18. yüzyılda gerek ticari, gerekse siyasi alanda ciddi bir varlık gösteremezler. Yalnız Selanik ve İzmir limanlarında ticaret dolayısıyla, yabancı tüccarlarla zaman zaman irtibata geçerler.

Ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren, adı geçen liman kentlerinde yabancı tüccar ve misyonlarla irtibatlarının artmasıyla, yabancılara ve Batı’ya açılmaya başlarlar. Ticari hayatta atılımlar gerçekleştirdiler. Ticari sahada Rum ve Ermenilere rakip olacak hale gelirler. Kapitülasyonlar dolayısıyla yabancılarla artan irtibatları zamanla eğitim konusunda da Batı’ya açılma eğilimi gösterirler. Tanzimât sonrasında mektep ve medreselerde yer alırlar. Ayrıca bu süre içinde Osmanlı Rumeli’sinin birçok yerine dağılıp yerleşirler. Bulgaristan, Bosna, Arnavutluk, Teselya, Tırhala, Mora, Girit, Sakız, Drama, Edirne gibi yerlerde Sabetaycı aileler oluşur. Hatta bir bölümü Balıkesir’in bazı kazalarına yerleşirler. Zamanla Müslüman ailelerle daha sıkı ilişkilere girerler.

Özellikle Bektaşilik, Mevlevîlik, Melamilik gibi tarikatlar içerisinde yer almaya başlarlar. Bunun ilk örnekleri, Üçüncü devre Melâmîliğinin kurucusu Şeyh Seyyid Muhammed Nûr El-Arabî’nin Mısır’da Ezher’de tahsilini tamamlamasının ardından Rumeli’de Yanya’ya göç etmesinden sonra görülmüştür.

Seyyid el-Hacc Muhammed Nûr el-Arabî, aslen Kudüslü Seyyid İbrahîm’in oğlu olup, 1228 Hicri tarihinde Mısır’da Mahalletu’l-Kübra kasabasında doğmuştur. Ezher’de tahsilini tamamlamış ve Nakşibendî tarikatına girmiştir. Sonradan, Bugün Yunanistan’ın Arnavut bölgesinde kalan Yanya şehrine göçmüştür. Nakşibendî-Müceddidîliğin, Melâmiyye kolunu kurmuştur. Bunun dışında Muhammed Nûr El-’Arabî, Halvetî Şa’bânî, Ekberî ve Uveysî silsilesine de sahip olmuştur.

19. yüzyılda Melamîliği tekrar canlandırmıştır. Birçok ünlü halifesi vardır. Fatih türbedârı’ Amiş Efendi, Tibyânu’l-Vesâil sahibi Harîrîzâde Kemaleddîn Efendi bunlar meyanındadır. Yanya’dan sonra Selânîk ve Üsküp’te ikâmet eden Muhammed Nûr el-’Arabî son olarak Ustrumca’da ikamet etmiş ve 29 Cemaziyelahir 1305 tarihinde burada vefat ederek, vefat ettiği odada gömülmüştür.




Tasavvufta, Melâmet ve Vahdet-i Vücud ekolüne bağlı olan, Nûr El-’Arabî Hazretleri 17’si Arapça, diğerleri Türkçe olmak üzere 55 civarında eser kaleme almıştır. Buna karşın, Selanik ve Üsküp’te kendisine intisap edenlerin önemli bir bölümü Sabetaycı kökenliydi. Bunlar arasında, Ali Örfî, Usturumcalı Hacı Süleyman Bey, Selanikli Osman Zevkî Bey önde gelenlerdendi. Şeyh Muhammed Nûr El-’Arabî’nin vefatından sonraları, Rumeli ve İstanbul’da Melâmilik genellikle Sabetaycıların kontrolünde bulunmuştur. Hatta Üçüncü devre Melâmiliğine ait dergâhların bazıları, aynı zamanda gizli Sabetaycı sinagogları olarak faaliyet göstermekteydi. Halen de İstanbul ve İzmir’de az sayıdaki Melâmîlerin çoğunluğu Sabetaycı kökenlilerden oluşmaktadır. (1)

Mevlevi şeyhi sabetaycı

Üçüncü devre Melâmîliğinin yanısıra, Sabetaycı kökenliler, 19.yüzyıldan itibaren Mevlevîlik, Bektâşîlik ve Celvetîlik gibi tarikatlarda yoğun bir şekilde yer almışlardır. Mevlevî tarikatındaki bunun ilk önemli örneği, Selânikli Mevlevî Es’ad Dede’dir. Hüseyin Vassâf, Mehmed Es’ad Dede ile ilgili yazmış olduğu ancak basılmamış halde kalan “Es’adnâme” adlı eserinde, Esad Dedenin hayatını anlatırken şu şekilde bir başlangıç yapar:

“Arif-i esrar-ı Mesnevî Mehmed Es’ad Dede, Selanik tüccarından ve avdetî(Dönme)lerden Receb Efendi’nin sulbünden 1259 Hicri, 1258 Rumî (Milâdi 1843) tarihinde dünyaya gelmiştir. Mahall-i vilâdeti Selânîk’te Kadı Abdullah Efendi mahallesidir.

Hususi muallimden tahsil-i ilme başlayıp, henüz sinn-i büluğa vâsıl olmadığı bir çağda iken âlem-i menâm (Rüyâ) da görür ki, bir kuyuya düşmüş; Server-i âlem (SAV) Efendimiz Hazretleri şeref-zâhir olup mübârek yed-i saâdet-münevverlerini uzatıp Cenâb-ı Es’ad’ı kurtarmıştır. İşte bu neş’e onun hâlini diger-gûn etmiş, mertebe-i celîle-i İslâmiyyet’de sâhib-i makâm ve nâil-i merâm olmasına sebeb-i lutf-i İlâhî olmuştur.” (2)


Hüseyin Vassâf
’a göre İslâm’a bu rüya sonucunda iyice ısınıp bağlanan, Mehmed Es’ad önce Selanik’te bazı hocalarda tahsil görür. Selanik Vilayet kaleminde bir süre çalışır. O sırada Selanik’te Bedeviyye tarikatı şeyhlerinden Şeyh Osman Efendi diye birisine bağlanır. Sonra da İstanbul’a gelerek medreselere girer uzun zaman medrese tahsili görür. Kısa zamanda zekâsıyla temayüz eder. Birçok kitap okuyup, toplar geniş bir kütüphane kurar. Çeşitli dini ilim dallarında icazetler alır.

Ders okutmaya başlar birçok talebesi olur. Fatih’teki Tahir Ağa tekkesi, Yenikapı Mevlevihânesi ve Kasımpaşa Mevlevihanelerinde bulunur. Buralarda Mesnevi dersleri okutur. Altı kez Hacc ve Umre yapar. Birçok kimseye icazet verir. İcazet verdikleri arasında, Es’adnâme kitabının müellifi Hüseyin Vassâf, Tahiru’l-Mevlevî , Şeyh Muhammed Zâhid El-Kevseri gibi ulema ve meşâyihten ünlü kimseler vardır.

Tahir Olgun(Tahiru’l-Mevlevî), Yenikapı Mevlevihânesi’nin ünlü Mesnevihanlarından olup, bir çok eser telif etmiştir. Şapka kanunununun ardından, İstklâl mahkemesinde, İskilipli Atıf Hoca ile birlikte yargılanmıştır. Birçok eseri yayınlanmış olan Tahiru’l-Mevlevî 1951 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Eyüp’te Kırkmerdivenlerdedir. Mehmed Es’ad Efendi 12 Şa’bân 1329/11 Ağustos 1914 tarihinde Pazartesi günü vefat etmiş olup, Kasımpaşa Mevlevihanesi mezarlığına defnedilmiştir. Ancak, mezarı Mevlevihanedeki diğer mezarlar gibi tekkelerin kapatılmasının ardından 1926’da kaldırılmış, mezarı Fatih’te Âşık Paşa mahallesindeki Tahir Ağa tekkesinin haziresinde, Salahaddin Uşşakî’nin ayak ucuna nakledilmiştir. Halen mevcut olan ve demir parmaklıkla çevrili mezarın demir çerçeve içindeki mermer kitâbesini şu şekilde okuduk. Kitabe Hüseyin Vassâf’a aittir:

Huve’l-Hayyu’l-Bâkî
Mesnevî-Hân, kenz-i esrâr u hikem Es’ad Dede
Âlem-i devrânda dervîş-i hümâ-pervâz idi
Feyz-i nutkun ahz edenler, dediler tarîhini
Gitdi sû-yi lâmekâna, nâsih-i mümtâz idi

Mesnevî-Hân-ı şehîr Mehmed Es’ad Dede Efendi hazretlerinin ruh-ı pür-fütuhları için Fatiha
12 Şa’bân Sene 1329 Yevmu’l-İsneyn 25 Temmuz Sene 1327

Mevlevî Es’ad Dede’nin bir kısmı Arapça ve Farsça olmak üzere 16 eseri vardır. Farsça gramerle alakalı olarak “Numune-i Kavâid-i Farsi” adlı bir eseri basılmıştır. Vakfettiği yazma eserlerin 700 cilde yakını bugün Beyazıt Devlet kütüphanesindendir. Günümüzdeki ünlü Sabetaycı Bezmenler ailesi bu zâtın neslinden gelmektedir.(3)

Mevlevîlik’teki ikinci önemli Sabetaycı da Selanik Mevlevihanesi Şeyhi İshak Dede olayıdır.

Karakaş Sabetaycılarının önemlilerinden olan İshak Dede, Mevleviliğe intisabından bir süre sonra Selanik Mevlevihanesinin postnişînliğine yükselir. Aynı zamanda güçlü bir sabetaycılık eğitimi de alan İshak Dede, Mehmed Es’ad Dede’nin aksine Sabetaycı geleneği ve inancını gizliden güçlü bir şekilde sürdürür. Sabetaycılar içerisinde hahamlık(Ogan) mevkiine yükselir. Selanik’teki Sabetaycı mezarlığının bitişiğinde olan Mevlevîhanenin şeyhi olarak maruf günlerde Mevlevî ayin ve erkânını sürdürdüğü gibi, bu mevlevihanede çifte kimlikli mürtleriyle birlikte gizliden Sabetaycı ayinlerini de sürdürür. Mübadele sonrasında İzmir’e gelen İshak Dede’nin ölüm tarihini maalesef tespit edemedim. Dışişleri Eski bakanı Prof. Dr. Emre Gönensay, İshak Dede’nin torunlarındandır.(4)

Bektaşilikte yer alan Sabetaycılar

Bu isimlerin bir bölümünü şu şekilde sıralayabiliriz:

Sabetaycı ve Mason Mesut Koman Baba

Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesi son postnişîni Sabetaycı Küçük Abdullah Baba

Sabetaycı ve Mason üstadı Teoman Güre (İlhâmî) Halifebaba

İzmir’de hazine avukatlığı yapmış olan Sabetaycı Feyzi Akeren Baba

Selânikli Ali Aydın Baba

Mason ve Sabetaycı Yenişehirli Hüseyin Hüsnü (Erdikut) Baba. Sabetaycı ve Mason olan Hüseyin Hüsnî Erdikut Baba bir şiirinde masonluğunu şu şekilde itiraf etmiştir:

Bir adım Farmason bir adım Hüsnî
Hakk ile hâkk olup tutmuşum desti
Pîrimden bilenler sözüm hemrâz olurlar (5)

Sabetaycı Hüseyin Coşkun Eren

Sabetaycı Prof. Ragıp Üner

Mustafa Kemal Atatürk’ün başhekimi Sabetaycı Dr. Hasan Ragıp Erensel Halifebaba

Sabetaycı Ali Gâlip Eren Halifebaba

Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesinin haziresinde medfun olan Tabip Binbaşı Sabetaycı Haydar Bey. Haydar Bey’in Kazlıçeşme dergâhındaki, mezar taşında, gerek Üsküdar-Bülbülderesi gerekse Maçka’daki Sabetaycı mezarlığındaki mezarlarda çokça rastlanıldığı gibi fotoğraf bulunmaktadır. Mezar şahidesinin üzerine Tabip Binbaşı Sabetaycı Haydar Bey’in mezar şahidesine seramikten mamül bir fotoğrafı konmuştur. Şahidesinde şu kitâbe mevcuttur:

Hû Dost

Tabib Binbaşı Ehl-i Beyt’e bende ah, Haydar Bey
Hüseynî-meşreb ve pâkîze-meslek, ma’rifet-perver
Sahâvet-pîşe iken kalbinden gitti Muharremde
Şehîd-i Kerbela’ya intisabı oldu rûşenter
Niyâz etti çıkardı bir güher tarîhini Remzî
Oldu reh-yâb Mevlâ’ya Bi-hakk-ı Murtazâ, Haydar
18 Muharrem 1343

Haydar Bey’in kızkardeşi olup 1929’da vefat eden Zehra Hanım da aynı mezara gömülmüş olup, şahidenin arka yüzüne onun için şu kitâbe yazılmıştır:
Huve’l-Bâkiy
Burada beraber medfûn olan
Hemşîresi Zehra Hanımın
Ruhuna El-Fatiha 1929

Emekli Albay Sabetaycı Cavid Aker Baba


Emin Uras Baba


Eski Ziraat vekili Sabetaycı Nedim Ökmen


Ali Oktay Cever. Ali Oktay Cever, aynı zamanda Mason üstâdı olup, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasına Bağlıdır.(6)

Sabetayistlerin Rufai tarikatına sızma hareketleri

Sabetaycılar, Bu tarikatlerin yanısıra, Rufâi tarikatına sızarlar. İstanbul’da, Fatih’te Ümmi Kenân tekkesinin kurucusu Selânikli ünlü Kenan Rifâî de bu cemaatin bir mensubuydu. 1867’de Selanik’te doğan Kenan Bey, burada önce Alliance Israélite ve Terakki mekteplerine devam eder, daha sonra İstanbul’da Galatasaray Sultanisi ve hukuk mektebini bitirir. Medine, İstanbul ve başka şehirlerde muallimlik yapar. Medine’de iken Rifâî şeyhlerinden Şeyh Hamza Efendi’den icazet aldığını ileri sürer.

İstanbul’da Fatih’te halen mevcut olan Ümmü Kenan tekkesini kurar. Tekke 1909’da Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’ye yaptırılır. 1925’e kadar tekke faaliyetini sürdürür. Geniş meşrepli olup, bir sosyete tarikatı şeklinde faaliyetlerini sürdüren Kenan Rifâî (Büyükaksoy) 7 Temmuz 1950 yılında vefat ederek Merkez Efendi mezarlığına defnedilmiştir. Kenan Rifâî’yi takiben bir çok Sabetaycı aile mensubu halen merkez Efendi ve Kozlu mezarlıklarına defnedilmeye devam etmektedir. Kenan Rifâî’den sonra Kubbealtı cemiyeti şeklinde faaliyetini sürdüren cemaatin başına Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kızkardeşi Samiha Ayverdi geçer. (Ölümü: 1993)




Sabetaycılar, Tarikatların yanında, ticari alan başta olmak üzere diğer alanlarda da boy göstermeye başlarlar. Sabetaycıların Sufi İslâm tarikatlarına yoğun bir şekilde sızmış olmalarının temelleri, Sabetaycı Musevî yorumunun Kabbalist esasa dayanması ve Sabetay Sevi’nin zâhiren Müslüman olduktan sonra önce Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdâyî tekkesi, sonra ise ünlü Niyazî Mısrî ile kurduğu söylenen ilişkilere dayandırılmıştır. [Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, shf. 45–52; Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, Shf. 836–837]

Atatürk'ün mahalle mektebindeki hocası Şemsi Efendi - Simon Zvi
Atatürk’ün mahalle mektebindeki hocası Şemsi Efendi – Simon Zvi
İlkin en önemli adımları eğitim alanında atarlar. Fransız Ve Türkiye Yahudilerinin birlikte Selanik, İzmir gibi Batıya açık ticari liman kentleri başta olmak üzere faaliyete geçirdikleri Alliance Israélite okulları buralardaki Sabetaycıların ilgi göserip devam ettikleri okullar olmuşlardır. Daha sonra Robert koleji başta olmak üzere diğer yabancı okullarda da Sabetaycılar yer almışlardır.(7) Ancak Sabetaycıların eğitim alanındaki asıl atılımları, kendi kurdukları, Terakki ve Feyziye mektepleriyle olmuştur. Bu her iki mektep grubunun temelleri Atatürk’ün Selânik’teki öğretmeni Şemsi Efendi (Şimon Zwi) tarafından atılmıştır.

Sabetaycıların Kapancılar koluna mensup olup, 1851 yılında Selanik’te Koca Kasım mahallesinde Abdi Efendi ile Rabiâ Hanım’ın oğulları olarak dünyaya gelen Şemsi Efendi Selanik rüşdiyesini bitirir. Bunun yanısıra hususi dersler alır. Önce Arapça ve Farsça dersler alır. Ayrıca, İbranice öğrenir. Daha sonra Selanik’teki Alliance Israélite okulunda Fransızca dersler alarak bu dili öğrenir. Rüşdiyeyi bitirdikten sonra hemen öğretmenliğe merak saran Şemsi Efendi genç yaşta, okula gitme imkânı bulamayan Sabetaycı çocuklara hususi öğretmenlik yapar. Bir ara Aynaroz gümrük kâtipliğinde de çalışan Şemsi Efendi, 1871 yılında Selanik’e tekrar döner.

Hedefi Selanik’te Sabetaycı Cemaat mensuplarına yönelik Avrupaî tarzda eğitim yapan okul açmaktı. İlkin burada Yabancı bir okulda Türkçe öğretmenliği yapmaya başlar. Şemsi Efendi bununla kalmayarak, 1872’de ilk hususi mektebini açma izni alır. Selanik’te Sabri Paşa caddesinde, Çarşamba tekkesi karşısında tek katlı bir binada ilk mektebini açar. Sadece Sabetaycı Cemaat mensubu çocuklara yönelik olarak hizmet veren bu mektep, Sabetaycıların Terakki ve Feyziyye mekteplerinin nüvesini oluşturacaktı. Avrupâî usulde eğitim veren Şemsi Efendi’nin bu mektebinde daha sonra Mustafa Kemal Atatürk de okuyacaktı. Bu, Şemsi Efendi’nin “Atatürk’ün Hocası” ünvanını almasına neden olacaktı. Ilgaz Zorlu’ya göre Şemsi Efendi aynı zamanda en büyük Sabetaycı Kabbalistlerden ve Kabbala üstadlarından biriydi. Hatta kendi mektebinde Sabetaycılık eğitimi verdiği de bilinmektedir. 1879 yılında Selanik’te Terakki mektebi kurulur. [Selanik’teki Terakki mektebi ile ilgili olarak bkz. Esin Eden& Nicholas stavroulakis, Salonika, A Family Cookbook, Talos Press, Athens, 1997.]

Kabbala mistisizminden etkilenen Şemsi Efendi, Karakaşlarla Kapancılar grubunu yeniden birleştirme çabalarına girer. Hatta bu amaçla, kendisi Kapancılar koluna mensup olmasına karşın, Karakaşlar grubu ile anlaşarak 1884’te onlara ilk Feyziye mektebini kurar. Bu mektepte öğretmenliğini sürdüren Şemsi Efendi ilk kurduğu tek katlı mektepde de öğretime devam eder. İlk önce kısa bir süre mahalle mektebine devam eden Mustafa Kemal de, bir süre sonra Ali Rıza Bey tarafından mahalle mektebinden alınarak Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydedilir. Mustafa Kemalin ilk ciddi öğrenimi bu mektepte olur. Daha sonra Askeri Rüşdiyeye kaydolan Mustafa Kemal bu sırada Fransızca öğrenmek için Selanik’teki Alliance Israélite okuluna da bir süre devam eder.

Selanik’teki bu ilk Feyziyye mektebinin yanı sıra ikinci Feyziyye Mektebi İstanbul Üsküdar’da Bülbülderesi’nde, Feyziyye Camii’nin yanında Kâbile Hafize Hanım adlı Karakaşlardan bir Sabetaycı kadın tarafından inşa edilmiştir. Bugün mevcut olmayan 1310/1892 tarihli mektebin kitâbesi şu şekilde idi:

Kâbile Hâfize Hanımdır Sebep
Bir vasiyyetle yapıldı hâliya
Sağlığında terk edip nakd-i helâl
İşbu dâr-ı ilmiyyeyi acîb derya
Eyledikçe tıfl-ı kudek Besmele
Şâd ola ruh-ı şerîfi dâima
Çâr harf imdâd ile tarîh Nebîl
Söyledim cevher gibi ben de ânâ
Kıl salâ etfâle bu mısra’la
Mekteb-i pür-feyze gel subh u mesâ
1310 (8)


Feyziyye Camii ve Sabetaycılar

Feyziyye Camii ise, Bülbülderesi’nde bulunan Sabetaycı mezarlığının dibinde, bu cemaatin Karakaşlar grubu mensuplarından Dilberler ailesinden Yusuf adlı biri tarafından Sabetaycı cemaatten para toplanarak 1300/1882 tarihinde bu mezarlık için yaptırılmıştır. Re’fet adlı biri tarafından söylenen kitâbesi şu şekildedir:

Habbezâ kim Vâdi-yi Bülbül’de ashâb-ı kerem
Yapdılar bu ma’bedi Elhakk latîf u dil-nüvâz
Münzevî bir zâhid Hakk-bîne benzer guyiyâ
Hakk’a el açmış bu kabristan için eyler niyâz
Şahrâh üzre dikilmiş ’aşk ile eyler nidâ
Es-Salâ Yâ mü’minîn gel benle eyle keşf-i râz
Re’fetâ itmâmına yazdım zehî tarîh-i tâmm
Abidâ gel Câmi’i Feyziyye’de eyle niyâz
1300

Bu Sabetaycı Cami, 1956 yılında yine Dilber ailesi mensupları tarafından tamir ettirilmiştir. Karakaşların önemli bir sülalesi olan Dilberlerin aile mezarlıkları Bülbülderesi’nde, İpekçi ailesinin mezalarının yanıbaşındadır. Caminin abdest muslukları ise, yine Karakaş cemaat mensuplarından, İbrahim Asaf ve Ayşe German çifti tarafından hayrat olarak yaptırılmıştır. Bizzat yaptığımız tesbitlere göre kıblesi yanlış olan Sabetaycı Feyziyye (Bülbülderesi) camiinin bakım ve onarımı halen cemaatin Karakaşlar kolunun mensuplarınca deruhte edilmektedir. (9)

1912’de Balkan Harbi sonrasında Selanik’in Osmanlılar tarafından kaybedilmesi üzerine, Şemsi Efendi buradan göç etmek zorunda kalır. Önce, İzmir’e yerleşmek isteyen Şemsi Efendi (Şimon Zwi) İstanbul’a yerleşmek zorunda kalır. İstanbul’da Fatih Kız Lisesine Fransızca öğretmeni olarak tayin edilir. Ancak bir süre sonra sağlığı bozulmaya başlar. 1917 yılında İstanbul’da vefat ederek, Kapancılar koluna mensup olmasına karşın, Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Selanikli-Sabetaycılar mezarlığında, Karakaşlar bölümünde defnedilir. Yine cemaat mensuplarından Makbule Hanım adlı birisiyle evlenmiş olan Şemsi Efendi’nin Makbule Hanım’dan Ma’rife ve Yektâ adlı iki kızı olur. Müziğe ve eğlenceye meraklı olan Ma’rife düzgün bir eğitim almaz, evlenip biri erkek üç çocuk sahibi olur. Okumaya ve Fransızca öğrenmeye meraklı olan Yektâ ise, ablası gibi güzel olmamasına karşın iyi bir eğitim alır. Sonra, Şemsi Efendi’nin akrabası ve yetiştirdiği İbrahim İhsan’la evlenir ancak bu evlilik bir gece sonra sona erer. İbrahim İhsan hakkındaki siyasi suçlamalardan dolayı Selanik’i terkeder. Yektâ’nın İbrahim İhsan’dan Veli adlı bir oğlu olur. Annesi ve Şemsi Efendi tarafından büyütülen Veli Efendi de Şemsi Efendi ile birlikte İstanbul’a göç eder. 1934’te ki soyadı kanununda Zeren soyadını alan Veli Efendi sonra Nazime Hanım diye yine kapancılardan bir bayanla evlenir. Veli Zeren 1983 yılında İstanbul’da vefat eder.(10)

1877–78 (93) harbi sonrasından başlayarak, Balkanları terk ederek İstanbul vesair şehirlere göç etmek zorunda kalan Sabetaycılar, Selanik ve çevresinde kurdukları müesseseleri de yeni geldikleri yerlere taşıdılar. Feyziye ve Terakki mektepleri sadece İstanbul’da değil İzmir, Bursa, Manisa ve İzmit gibi merkezlerde de kurulur. Özellikle Sabetaycıların, İstanbul’da Nişantaşı, Şişli ve Teşvikiye semtleri çevresinde kümelenmeleriyle her iki cemaate ait bu mektepler lise olarak Teşvikiye’ye taşınır. Şişli Terakki Lisesi ve Işık liseleri olarak faaliyet gösteren bu mekteplerden Terakki Lisesi son yıllarda buradan taşınır. Feyziye mektebi ise halen burada Işık Lisesi olarak faaliyetini sürdürmektedir. Her iki mektep’te uzun süredir Sabetaycı cemaat mensubu olmayan birçok öğrenci de öğrenim görmektedir. Feyziye Mektepleri vakfına bağlı kurum daha da genişleyerek, son yıllarda Işık Üniversitesini kurar, bu üniversitenin rektörlüğünü halen İstanbul Üniversitesi eski rektörlerinden Karakaşlar cemaatine mensup, Prof. Bülent Berkarda yürütmektedir.

DİPNOTLAR

1- [Seyyid Muhammed Nûru’l-’Arabî ile ilgili olarak, ayrıca bkz. Abdülbâkî Gölpınarlı, Melâmilik Ve Melâmiler, Devlet Matbaası, İstanbul 1931, Tıpkıbasım, Pan Yayıncılık, İstanbul 1992.; Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı Turûk-ı ’Aliyye), Haz. İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi; İstanbul, 1995. ]

2- [Hüseyin Vassâf, Es’adnâme, Shf. 3 Es’adnâme’nin müellif hattıyla olan yegâne yazma nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü No: 2324/2 ’de bulunmaktadır.]

3- [Mehmed Es’ad Dede ile ilgili olarak ayrıca bkz. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, Cilt. 1. Hazırlayanlar: Dr. Mehmet Akkuş, Dr. Ali Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul 1990, Shf. 329-332; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, IBB, Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1996. Shf.131-132; Nicholas P. Stavroulakis, Salonika, Jews And Dervishes, Talos Press Athens, 1993, pp. 72; Mehmed Ali Gökaçtı, Selânik Mevlevihanesi, Toplum Ve Tarih, Cilt.34, Sayı. 201, Eylül 2000, Shf.54]

4-  [Selânik Mevlevihanesi ile ilgili olarak bkz. N. P. Stavroulakis, a.g.e. pp. 45-78; Mehmet Ali Gökçatı, a.g.m. Stavroulakis’in bu eserinin 71. sayfasında, İshak Dede’nin Selanik’teki Mevlevihanesinin revaklarında Mevlevi Şeyhi kıyafetiyle çekilmiş bir fotoğrafı yer almaktadır. ]

5- ( Bedri Noyan, Bütün Yönleriyle Bektâşilik-Alevîlik 2002:201 )

6-  [bkz. Mimar Sinan Dergisi, Hür Ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Yayın Organı, Yıl: 1983, Sayı:50, Shf:82. Bu Sayıdaki kayda göre Üstad Ali Oktay Cever İstanbul İdeal Locasında 24. 10. 1983 Tarihinde, “Bektâşîlik’te Yaşamış Masonik Fikirler” başlıklı bir konferans vermiştir.]

7- [Alliance Isralite Okulları ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Aron Rodrigue, French Jews-Tukish Jews, The Allience Israélite Universelle and Politics of Jewish Schooling in Turkey, 1860–1925, Indiana University Press, Indianapolis, USA, 1990.]

8- [bkz. Mehmed Râif, Mir’atı İstanbul, İstanbul, 1314, Shf. 85–86, İbrahim Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 2 Shf. 308, İstanbul, 1977; Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca üsküdar, Üsküdar Belediyesi Yayınları, Cilt.1/199, Cilt. 2. 893,908 ]

9- [bkz.Feyziyye Camii Hakkında Bkz. M. Râif, Mir’ât-ı İstanbul, Shf. 84, İ. H. Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 1. Shf. 152-153, İstanbul, 1976, Tahsin Öz, İstanbul Camileri, TTk. Yayınları, Ankara 1997, Cilt 2. Shf. 14; Mehmet Nermi Haskan, age. Cilt. 2/893 ]

10- [Şemsi Efendi ve ailesi ile ilgili olarak bkz.Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, Zvi-Geyik Yayınları, 8. Baskı, İstanbul 2000; Ilgaz Zorlu, Selanikliler Ve Şişli Terakki Yolsuzluğu, İstanbul, 2000; Azmi Koçak, Atatürk’ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi, Düşler Sokağı Reklam/Yayın, İstanbul, 2000.]

DERLEYEN
Müfid YÜKSEL

Mevlevi Tarikatını bozan Sabetayist; Bey Baba

Ney denilen musiki aleti hiç bir manevi değer ifade etmedi. Tasavvuf ehli Müslümanlara, tasavvuf ehli olmayan Müslümanlara caiz olan bazı şeyler bile haram iken, zikir ehline mübahlar bile haram iken müzik aletleri nasıl olur da ibadet olarak kullanılabilir? Aşağıya iktibas edeceğimiz ropörtajı okuduğunuzda, aylardır anlatmak istediğimiz acı gerçekleri görmüş olacaksınız.


Mevlevi tarikatı nasıl tahrif edildi?

Alanya eşrafından, Hasan Arıkan ve Mehmed Arıkan hocaefendilerin babaları muhterem Mustafa ARIKAN(merhum) ile yapılan röportaj. Bu röportaj 1978’de Haftalık UFUK gazetesinde yayınlanmıştır. Ufuk soruyor, o da cevaplıyor…

Ufuk: Efendi Hazretleri (Süleyman Hilmi Tunahan k.s.), MEVLEVÎ tarikatının bozulduğunu, size nasıl anlatmıştı?

Mustafa Arıkan: Süleyman Efendi Hazretlerine (k.s.), bir münasebet düştüğünde sormuştum:

– “Konya’da Celaleddin-i Rumî hazretlerinin türbelerini ziyaretimde dikkatimi çeken, birkaç dervişin, düğmeye basınca raksettikleri doğru mu ve Sema’dan mıdır, yoksa nefsani raks mıdır?” diye sorduğumda, Efendi Hazretleri, bu soruma şöyle karşılık vermişlerdi:

– “Konya Mevlevi tekkesinde son zamanlarda bir Yahudi dönmesi üç sene şeyhlik yaptı. Ve [tarikatı] bu hale getirdi. Fakat Mevlevi tekkesini bozabilmek için, kuvveti ve ana fikri şuradan almıştı:

“Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretlerini terbiye eden Şemseddin Tebrizî, Celaleddin-i Rumî’yi sohbetine alınca, onun teslimiyetini ölçmek için ‘sohbette hamr (içki) lazımdır’, buyurmasıyla, Celaleddin-i Rumî Hazretleri müskiratçıdan şarap alıp getirmişti.

“Gerek Tebrizî, gerek Celaleddin-i Rumî hazretleri, asla şarap içmediler. O getirilen şarab, kabı kırılarak helâya dökülmüştü.” İşte tarihteki bu imtihan hadisesinden, Yahudi dönmesi faydalandı. Böyle meşru’iyetin hilafına bir imtihanı, Yahudi dönmesi, silah gibi kullandı.




“Bu dönme, evvela tarikata intisap edip Mevlevi tekkesine alındı ve uzun zaman yemeden-içmeden ibadet etti… Halbuki geceleri kimsenin görmediği zamanda yerdi.

“Fakat yemez-içmez ibadet eder, diye şöhret yaptı. Bu arada da tekkenin şeyhi vefat etti. Bu Yahudi dönmesi, yemez-içmez ibadet eder, şöhretiyle postnişîn yapılarak, bütün MEVLEVÎ müridleri kendisine (biat ve) inabe ettiler.

Bu usta Yahudi epey bir zaman müridleri tam kendisine bend edinceye kadar çalıştı. Bütün müridlere hakim olduğuna dair iyice kanaati hasıl olunca, yavaş-yavaş menfur fikirlerini işlemeye başladı. “Biz, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nin yolcusuyuz. Halbuki o Şemseddin-i Tebrizî ile sohbette şarap içtiler bilahare nasuh bir tevbe ederek bu dereceye kadar yükseldiler” gibi, güya nasihat ederek müridleri içkiye hazırladı.

“Biz de içeriz, bilahare tevbe eder yükseliriz” dedi. Ve içkiler içildi. Tam sarhoş olunca dışarıda adamları vasıtasıyla hazırladığı kötü kadınları da içeri aldırdı. Sarhoşların önünde kadınlar dönmeye raksetmeye başladılar. Yoksa Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretlerinin Sema’ı ile bunların uydurdukları birbirine tamamen zıttır.”

Mustafa Arıkan devamla şöyle dedi: – O Yahudiyi ben tanıyorum.. Efendi Hazretlerinden (k.s.) bunları dinlediğim zaman, hafızamdaki Beybaba hâtıram aklıma geldi.

Hz Üstazımızın (k.s.) bu hadisede bahsettiği adam olduğuna inandığım için bu adamla cereyan eden hatıramdan bahis ile canlı bir misal vermiş olacağım.

Beybaba Kimdir?

1931 Yılında Adana ili Karaisalı ilçesinin pos ormanından kestirilen keresteler, Bayraklı deresiyle Seyhan nehrine naklediliyor ve oradan da Adana’ya taşınıyordu. Babam rahmetli, bu nakliye işinin müteahhidi olarak çalışıyordu. O zaman Orman işletmesinin müteahhidi olarak de Sadettin Bey adında bir zat var idi. Bunun müstear ismi, yani lakabı “BEYBABA” idi. Ben babamın kâtipliğini yapıyordum ve henüz 17 yaşındaydım. Keresteleri Bayraklı deresinden nehre ve oradan Adana’ya kadar 4 ay gibi uzun bir zamanda 300 işçi ile indirmiştik.

Tam Adana tren köprüsü civarına keresteler gelince nehrin önüne bağladık. Keresteleri dışarı çıkaracağımız sırada, kuvvetli bir sel geldi. Bağı kırdı. Keresteler denize doğru yürümeye başladı. Bunu gören Adana’nın bilhassa fellah insanları:

– “Nehir getirdi, biz götürdük” diyerek, nehirdeki keresteleri kısmen evlerine taşıdılar. Bilâhare Orman İdaresi, duruma el koydu. ‘İhbar edene 20 kuruş verileceği ilan edildi’. Ve birçok ihbar geldi… Kerestenin büyük bir kısmı bu suretle tekrar ele geçirildi. Fakat Orman İşletmesi müteahhidi Beybaba orman rüsûmünü yatırmamış olmasından sebep kerestelere Orman Müdürlüğü el koydu.

Devletin Ameleye Verecek Parası Yok

Biz, amele başı olarak getirme ücretimizi almak için ziraat vekaletine müracaat ettik. Bize telgrafla cevap verdiler.

– “Amele hakkı mahfuzdur. Keresteler satılınca hakkınız verilecektir” dediler.

Bunun üzerine Orman Müdürlüğü ameleyi Alanya’ya gönderecek kadar o zamanki kereste tüccarlarından bize para alıverdi. Ameleyi gönderdik. Ben işleri takip için Adana’da kaldım. Bu arada bir gazete de, aklımda kaldığına göre (Ahmet Emin Yalman’ın çıkardığı Vatan Gazetesi olsa gerek),

“Oyuncu bir Bar kızının bir buçuk milyon lira ile Türkiye’den Macaristan’a dönmekte olduğunu” yazmıştı. Bu haber beni şok etti. Sanki bu millet parayı sokakta buldu da verdi. O zaman hükümetin bütçesi ancak bu kadardı. Hükümet bir senelik bütçesi mukabili parayı Macar oyuncusunun götürmesine nasıl müsaade ediyor, aklım bunu kabul etmedi.

‘Bunda bir esrar var, Beybaba’dan sorayım’ diyerek gazeteyi elime aldım. Ekseri Beybaba’nın gündüzleri bulunduğu, Yıldız Kıraathanesi’ne vardım. Beybaba bir masada birkaç adamla iskambil dedikleri oyunda idi. Karşısına dikildim, beni görünce; – “Ne o Mustafa” diye sordu. Ben de gazetenin o kısmını göstererek dedim ki: – “Macar oyuncuya para bulunuyor.. Efendim bunu çözemedim. Ziraat vekaleti bize amelenin hakkını vermiyor. Parası yok. Kerestelerin satılmasını bekliyor. Fakat Macar oyuncuya bu kadar para veriyor. Bunun sizin tarafınızdan çözülmesini rica ediyorum.”

Beybaba, Kilisli Kör Mahmud diye maruf kâhyası ile birlikte bizi evine çağırdı ve: -“Akşam ben sana bu hususu geniş geniş anlatayım” dedi. Akşam dediği saatte Beybaba’nın evine gittik.

– “Çocuk seni gözüm tuttu. Bizim işimize yarayacaksın. Ve ileride seni büyük adam edeceğim” diye söze başladı ve şöyle devam etti:

“Oğlum bu milleti, birinin kıçını koklamadan (izahı ileride gelecek) kurtarmak için evvela nefis ve şehvet yollarını açtık ve ilk olarak Macaristan’dan bin oyuncu çingene kızı getirdik. Bunların en ustası ile İstanbul’da Daru’l-bedayi’ adında (şimdiki Şehir Tiyatrosunu) açtık. Ve sanattır diyerek genç kızları teşvik etmeğe başladık.

Barlar açtırdık. Gazinolarda çalıştırmak suretiyle yavaş-yavaş yerli halkın taassubunu kırarak sahnelere, barlara, gazinolara rağbeti temin ettik. Ve bugün artık, Macar çingenelerine ihtiyaç kalmadı. Yavaş-yavaş gönderiyoruz. Ancak giderken sırtlarındaki elbise ve pek cüz’i bir harçlıkla hudud dışı edildiler. Fakat yerli halkı bu işe teşvik için bir buçuk milyon götürüldü, diye ilan edilir. Böylece, güzel kızları olan anne ve babalar özenirler: ‘Bizim kızımız yapamaz mı, yüz lira da mı alamaz, diye düşünerek adım-adım yaklaşırlar” dedi. Bu hale milleti getirinceye kadar bunun gibi bir çok planlar tatbik ettiklerini söyledi.

Selanikliymiş!

Selanik asıllı olduğunu sonradan öğrendiğim, Beybaba, daha sonra şunları anlattı:

“Ben Rusya’da uzun zaman sağır görünerek kiliseye hizmet ettim. Ve İstanbul patrikhanesine çancı olarak gönderildim. Patrikhanede epey bir müddet sağır olarak çalıştım. Beni sağır diye söz saklamazlardı. Ayrıca, ben seferberlikten önce, Adana’nın Karaisalı kazasında kaymakamlık yaptım. O zaman kızılbaşlara Babalık yapmıştım. Sizin getirdiğiniz keresteleri, bana ücretsiz taşıdılar. Daha ben neler gördüm ve neler geçirdim.

Mesela İstiklal muhakemesinden sonra istediğimiz inkılâpları yapmağa iki cihetten itiraz başladı. Birisi siyasi idi. Harpte çarpışıp da kazananlar arasında bu mühim idi. Diğeri de, arkasından gidilen büyük ve şöhret sahibi âlimler idi. Bunları yok etmek lazımdı.

BİRİNCİ mühim olan, siyasi ve fikri ayrılığı bulunanları temizlemekti. Bunun için “İzmir suikastı” tertiplendi. Bunda benim rolüm büyüktü. Bu suretle bir çok fikir muhalifi kimseler öldürüldü.

İKİNCİ olarak, arkasından gidilebilecek şöhret sahibi büyük âlimler geliyordu. “Menemen hadisesi” yapıldı. Edirne’den Van’a kadar şöhret sahibi âlimler, bu hadise ile alakalandırılarak, ele geçenler imha edildi.”

Şimdi de Mevlevihane’ye Gidiyor

“Ben tekkeleri kapatmak için Konya MEVLEVÎ tekkesine intisap ederek yemez-içmez dervişlik yaptım. Şöhrete ulaştım. Oğlum, yemez-içmez adam yaşar mı? Ama, geceleri gizli yer, kimseye görünmezdim. Bir gün şeyhimiz öldü. Benim yemez-içmez ve devamlı ibadetimden dolayı en ehil olarak şeyhlik makamına geçmemi uygun gördüler. “postnişîn” oldum. Arkadaşları güzel idare ederek kendime bağladım. Ve yavaş-yavaş işlemeye başladım:

“Mevlânâ Celâleddin-i Rumî Hazretleri’nin O kadar büyük dereceyi kazanması, sohbet esnasında Şems-i Tebrizî ile şarap içti, bilahere nasuh bir tevbe edip bu dereceye erişti, bizim de aynı yolu takip etmemiz lazım” diyerek işledim. Bir gün şarabı tekkeye soktum. Dışarda bu işi tezgahlayanlar da vardı. Güzel kadınlar da hazırlandı. Şarap içince, tabii şişede durduğu gibi durmadı, sohbet kadınsız olmaz dedik, kadınları da tekkeye soktuk. Onlar da raks etmeye başladılar.

Kadınların raksı ile SEMA dedikleri, böylece birbirine karıştı. Kısaca tekke, meyhane ve kerhane haline getirildi. Muayyen günlerde insanlara da bu durumu teşhir ettim. Sarhoş dervişlerle kadınların Sema yapması, Raksı, zıplamaları, hoplamaları derken tarikatın ahlâksızlık olduğuna seyircileri inandırdıktan sonra, bu durumda, tarikatların ve tekkelerin artık kapatılmasının gerekli olduğu hakkında rapor vererek, Mevlevi tekkesinden ayrıldım. Ve benim raporumla tekkeler, tarikatlar suçüstü yakalandı.”

Selanik asıllı Beybaba, bana dönerek devam etti:

“Oğlum kötülüğünü göstermeden kapatsak, halk tepki gösterirdi. Buna mahal bırakmadık. Ben Selanik’liyim. Bunları söylemekten maksadım beni tanımanızdır. Ben seni yanıma alıp yetiştireceğim.”

Bu sözlerini, uzun süre hayretler içerisinde dinleyip ayrıldıktan sonra, otele gelirken, yanımdaki kâhya’ya, Kilisli Kör Mahmud’a sordum: – “Bu Beybaba’nın; ‘Milleti, birbirlerinin kıçını koklamaktan kurtardık” demesi nedir?

Kâhya: – “Anlamadın mı?.. Cemaatle namaz kılmak, arka arkaya değil mi?” dedi.

Ben de: – “Anladım da, ancak senin nasıl anladığını öğrenmek için sordum” dedim. Sonradan, Kâhya’nın anlattığına göre, bu adama, Beybaba denilmesinin sebebi, milyonlarca liralık araziye sahip olmasıymış! Çok zenginmiş…

Gittiği kahvede bütün oturanların çay paralarını, oturduğu lokantada yemek yiyenlerin bütün ücretlerini ödemesinden dolayı, halk ona bu ismi takmış. Kâhya ayrıca; – “Bu adamın, karısı adına Selanik’te bir buçuk milyon liralık (o zamanın parasıyla) mal ve arazisi var, diye, Adana’dan sürülen Rumların hanları, dükkânları ve çiftlikleri bu adama verildi. Adana’nın en zengini oldu. Güya Rumlara da Selanikte’ki arazileri verilmiş..” dedi.

Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretlerinin (k.s.) bize bildirdiği: “Mevlevi tarikatını tahrif eden Yahudi dönmesinin” perde arkasındaki kimliğini okuyucuların feraset ve izanlarına sunuyoruz. (Alanya / Kıvrasıllı, Mustafa ARIKAN)

İslam dininin on iki hak tarikatından biri olan Rifaî tarikatının da son dönemde Sabetayistlerin eline geçtiğini…

Son Rifaî şeyhlerinden biri olarak bilinen Kenan Rifaî Büyükaksoy’un 1867 Selanik doğumlu bir Sabetayist gizli Yahudi olduğunu…

Bu şahsın soy isminin bile tipik bir Sabetayist kriptoloji ürünü olduğunu… (-büyük, -ak, -soy) Bu şahsın hem itikadi/inanç anlamında hem de muamelat/yaşam tarzı anlamında inanılmaz, akıl almaz bir sapkınlık içinde olduğunu…

Sabetayistlere karşı, yazılarında ciddi bir yer ayırıp mücadele eden Samiha Ayverdi’nin bile Kenan Rifaî Büyükaksoy’un Sabetayist olduğunu bilmeden ona bağlandığını… Ona aldanıp bozuk bir yol tuttuğunu…

Kenan Rıfai Büyükaksoy
Kenan Rıfai Büyükaksoy

Kenan Rifaî’nin, 1925’te tekkelerin kapatılmasını “Hakk’ın tasarrufu” ve “Onlar zaten kendilerini fesh etmişlerdi” diyerek çok manidar bir şekilde yorumladığını, kapatılma kararına hiç tepki göstermediğini ve bu nedenle büyük tepkiler aldığını…

Bu sabatayist gizli yahudi zatın kabrinin, Merkez Efendi Camii avlusunda bulunduğunu…Araştırmacılarımızın, yazarlarımızın bir dakika bile kaybetmeden bu meselenin üzerine gitmesi gerektiğini… Biliyor musunuz? Sabetaycılık hakkında bilgi almak için aşağıdaki linklere göz atabilirsiniz;

Bizi Takip Edin
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore